bulamadim:( DÖNEM: 23

DÖNEM: 23                            CİLT: 65                    YASAMA YILI: 4

 

 

 

 

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

TUTANAK DERGİSİ

80’inci Birleşim

31 Mart 2010 Çarşamba

 

 

(Bu  Tutanak  Dergisi’nde yer alan ve kâtip üyeler tarafından okunmuş bulunan her tür belge ile konuşmacılar tarafından ifade edilmiş ve tırnak içinde belirtilmiş alıntı sözler aslına uygun olarak yazılmıştır.)

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I.- GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 II.- GELEN KÂĞITLAR

III.- YOKLAMALAR

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilindeki tarım ve hayvancılık sektörünün sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

2.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın, Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına ilişkin gündem dışı konuşması

3.- Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’in, İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

 

 

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir Milletvekili K. Kemal Anadol’un, İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümüne ilişkin  açıklaması

 

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÖNERGELER

1.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/1759) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/198)

B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 22 milletvekilinin, töre ve namus  cinayetlerinin  nedenlerinin  araştırılarak  önlenmesi için alınması gereken önlemlerin  belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/647)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, olumsuz hava koşullarının tarım sektörüne etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin  belirlenmesi  amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/648)

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 24 milletvekilinin, organ nakli konusundaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/649)

4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/650)

 

VII.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- (10/487, 10/535) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

 

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

 

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

 

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486)

 

IX.- YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.- Mersin Milletvekili İsa Gök’ün, bazı istisnai memuriyet kadrolarına yapılan atamalara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in cevabı (7/13149)

 

I. -  GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak üç oturum yaptı.

Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, çiftçilerin sorunlarına,

Van Milletvekili Kayhan Türkmenoğlu, Van’ın düşman işgalinden kurtuluşunun 92’nci yıl dönümüne,

Manisa Milletvekili Ahmet Orhan, tarım satış kooperatiflerinin önemine ve pamuk tarımının sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 24 milletvekilinin, göç veren illerde göçe neden olan sorunların araştırılarak, göçün önlenmesi için (10/643),

Kütahya Milletvekili Alim Işık ve 24 milletvekilinin, KOBİ’ler ile esnaf ve sanatkârların sorunlarının araştırılarak (10/644),

Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş ve 19 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak (10/645),

Trabzon Milletvekili Süleyman Lâtif Yunusoğlu ve 19 milletvekilinin, çay üreticilerinin sorunlarının araştırılarak (10/646),

Alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve ön görüşmelerinin, sırası geldiğinde yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmında yer alan (10/331, 10/504) esas numaralı, denizcilik sektörünün  sorunlarının araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin görüşmelerinin Genel Kurulun 30/3/2010 Salı günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edilmedi.

Gelen kâğıtlar listesinde yayımlanan ve bastırılarak dağıtılan 490 sıra sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Milletvekili Seçimi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin 48 saat geçmeden bu kısmın 5’inci sırasına alınmasına, diğer işlerin sırasının buna göre teselsül ettirilmesine; Genel Kurulun, 6, 13, 20, 27 Nisan 2010 Salı günkü birleşimlerinde, 1 saat, sözlü soruları müteakip diğer denetim konularının görüşülmeyerek gündemdeki “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmında yer alan işlerin görüşülmesine; 7, 14, 21, 28 Nisan 2010 Çarşamba günkü birleşimlerde sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun, 6, 13, 20, 27 Nisan 2010 Salı günkü birleşimlerinde 15.00-20.00 saatleri arasında, 1, 7, 8, 14, 15, 21, 22, 28, 29 Nisan 2010 Çarşamba ve Perşembe günkü birleşimlerde 13.00-20.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesine; 490 sıra sayılı Kanun Teklifi’nin İç Tüzük’ün 91’inci maddesine göre temel kanun olarak görüşülmesine ilişkin AK PARTİ Grubu önerisi yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol, Mersin Milletvekili Mehmet Şandır’ın, konuşmasındaki, Şanlıurfa’da tefecilerin kol gezdiği, sokaklarının tefecilerle dolu olduğu ifadeleriyle peygamberler diyarı Şanlıurfa’ya hakarette bulunduğuna, bu ifadelerinden dolayı özür dilemesi gerektiğine,

Mersin Milletvekili Mehmet Şandır, Şanlıurfa Milletvekili Zülfükar İzol’un sözlerini yanlış yorumladığına,

İlişkin birer açıklamada bulundular.

Denizli Milletvekili Hasan Erçelebi’nin, 4736 Sayılı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Ürettikleri Mal ve Hizmet Tarifeleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin (2/504) İç Tüzük’ün 37’nci maddesine göre doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi, yapılan görüşmelerden sonra, kabul edilmedi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmının:

1’inci sırasında bulunan   (6/914),

Esas numaralı soru, ilgili bakan Genel Kurulda hazır bulunmadığından, ertelendi.

2’nci        sırasında      bulunan         (6/918),

3’üncü            “                  “              (6/991),

4’üncü            “                  “            (6/1018),

17’nci             “                  “            (6/1088),

35’inci            “                  “            (6/1155),

50’nci             “                  “            (6/1190),

70’inci            “                  “            (6/1264),

71’inci            “                  “            (6/1265),

99’uncu          “                  “            (6/1309),

123’üncü        “                  “            (6/1364),

129’uncu        “                  “            (6/1376),

130’uncu        “                  “            (6/1377),

132’nci           “                  “            (6/1380),

164’üncü        “                  “            (6/1434),

165’inci          “                  “            (6/1435),

172’nci           “                  “            (6/1445),

214’üncü        “                  “            (6/1507),

217’nci           “                  “            (6/1510),

232’nci           “                  “            (6/1531),

319’uncu        “                  “            (6/1642),

391’inci          “                  “            (6/1733),

392’nci           “                  “            (6/1734),

420’nci           “                  “            (6/1764),

421’inci          “                  “            (6/1765),

422’nci           “                  “            (6/1766),

423’üncü        “                  “            (6/1767),

424’üncü        “                  “            (6/1768),

425’inci          “                  “            (6/1769),

Esas numaralı sözlü sorulara Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu cevap verdi; soru sahiplerinden Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu, Antalya Milletvekili Hüsnü Çöllü, Tokat Milletvekili Reşat Doğru, Manisa Milletvekili Mustafa Enöz, Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve Mersin Milletvekili Akif Akkuş da cevaplara karşı görüşlerini açıkladılar.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının:

1’inci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/324) (S. Sayısı: 96),

2’nci sırasında bulunan ve İç Tüzük’ün 91’inci maddesi kapsamında değerlendirilerek temel kanun olarak bölümler hâlinde görüşülmesi kabul edilen, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun (1/499) (S. Sayısı: 321),

3’üncü sırasında bulunan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun (1/761) (S. Sayısı: 458),

Görüşmeleri komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadığından ertelendi.

4’üncü sırasında bulunan ve görüşmelerine devam olunan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun (1/769) (S. Sayısı: 486) 1’inci maddesi üzerinde bir süre görüşüldü.

31 Mart 2010 Çarşamba günü, alınan karar gereğince saat 13.00’te toplanmak üzere birleşime 20.12’de son verildi.

                                                                       

Şükran Güldal MUMCU

 

 

 

 

 

Başkan Vekili

 

 

Yusuf COŞKUN

 

Gülşen ORHAN

 

Bingöl

 

Van

 

Kâtip Üye

 

Kâtip Üye

 

 

Fatih METİN

 

 

 

Bolu

 

 

 

Kâtip Üye

 

 

                                                                                                                                        No.: 112

II.- GELEN KÂĞITLAR

31 Mart 2010 Çarşamba

Teklif

1.- Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekilleri Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ ve Samsun Milletvekili Suat Kılıç ile 214 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/650) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 30.03.2010)

Tezkereler

1.- Diyarbakır Milletvekili Selahattin Demirtaş’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1139) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)  

2.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1140) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)   

3.- Batman Milletvekili Bengi Yıldız’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1141) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)                                                

4.- Van Milletvekili Özdal Üçer’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1142) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)                                                                       

5.- Burdur Milletvekili Mehmet Alp’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1143) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)                                             

6.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1144) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)                                                

7.- Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1145) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi: 29.3.2010)  

Meclis Araştırması Önergeleri

1.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 22 Milletvekilinin, töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılarak, önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/647) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.02.2010)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 Milletvekilinin, olumsuz hava koşullarının tarım sektörüne etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/648) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.02.2010)

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 24 Milletvekilinin, organ nakli konusundaki sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/649) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.02.2010)

4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 Milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunlarının araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/650) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.02.2010)

 

 

31 Mart 2010 Çarşamba

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 13.00

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşimini açıyorum.

III.- YOKLAMA

BAŞKAN – Elektronik cihazla yoklama yapacağız.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır, görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce üç sayın milletvekiline gündem dışı söz vereceğim.

Gündem dışı ilk söz, Balıkesir ilinde tarım ve hayvancılık sektöründeki sorunlar hakkında söz isteyen Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’a aittir. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Aydoğan.

IV.- GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

A) MİLLETVEKİLLERİNİN GÜNDEM DIŞI KONUŞMALARI

1.- Balıkesir Milletvekili Ergün Aydoğan’ın, Balıkesir ilindeki tarım ve hayvancılık sektörünün sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

ERGÜN AYDOĞAN (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yüce Meclisin değerli üyeleri, Sayın Başkan; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; yapay gündemden fırsat buldukça ülkemizin temel sorunlarını gündeme getiriyoruz. Üzerinde en çok konuşulan, nüfusun önemli bir kısmını ilgilendiren tarım ve tarımın sorunlarını sıklıkla dile getirmemize rağmen Hükûmetinizin tarıma bakışı, maalesef, tarımı bitme noktasına getirmiştir. Çiftçi toprağa küsmüş, ekmekten vazgeçmiştir. Oysa bu dönemde İktidarınızın tarıma en önemli destek vermesi gereken alanlardan birisi olduğunu düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; gerçekten, iktidarın temsilcileri sıklıkla tarıma destek verdiklerini ifade ediyorlar. Bütün ikaz ve uyarılarımıza rağmen, maalesef, bu dönemde tarım ihmal edilmiştir. Yetkililer sürekli destek çeşitlerinden bahsetti. Oysa esas olan, yasada belirtildiği gibi, gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’i tarıma destek verilmelidir. Oysa sizler adına konuşanlar tarıma verilen destek çeşitliliğinden bahsetmektedir. Çeşitlilik yerine oranın daha önemli olduğu… Yasada belirtildiği gibi, en azından gayrisafi millî hasılanın yüzde 1’inin tarıma destek olarak verilmesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; yine desteklerden, araziye değil, üretene ürettiği kadar destek verilmelidir.

Yine, seçimlerde söz verdiniz Türk çiftçisine, yeşil mazot vereceğinizi söylediniz ama maalesef, rengini tutturamadığınız için yeşil mazot şimdiye kadar görülemedi. Türk çiftçisi dünyanın en yüksek mazotunu kullanmaktadır. Sizin iktidara geldiğiniz dönemde 1.050 lira olan mazot bugün 3 bin liradır değerli arkadaşlar. Oysa, hani, enflasyon düşmüştü, ekonomide çağ atlamıştık? Geldiğiniz noktada, iktidarı aldığınızda 1.050 lira olan mazot bugün 3 bin liradır.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; çiftçimiz ÖTV’siz mazot, KDV’siz gübreye ihtiyaç duymaktadır. Ziraat Bankasının kâr rekorunu kırdığı… Türk çitçisinin desteğe ihtiyacı vardır. Oysa Türk çiftçisine destek vermesi gereken Ziraat Bankası tarihî kâr rekoru açıklamıştır. Tarım müdürlükleri etkin duruma getirilmelidir. Türk çiftçisi kredi yoluyla topraklarını kaybetme endişesi taşımaktadır, dünyayla rekabet etmek için eşit şartlar istemektedir. Prim sistemi gözden geçirilmeli ve yeniden düzenlenmelidir. Planlı, yönlendirici tarım politikalarıyla Türk tarımı, Türk çiftçisi kalkınmalı, bazı tarım ürünlerini ithal etmekten vazgeçmeliyiz.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; özellikle büyük işletmelere dönüş Türk tarımı açısından tehlikelidir. Küçük çiftçiler, Hollanda’da olduğu gibi, kooperatifler çevresinde toplanmalıdır.

Balıkesir de her çeşit tarım ve hayvancılığın yapıldığı en önemli illerimizdendir. Hükûmetiniz, tarımı, çiftçiyi ihmal ettiği gibi selden etkilenen, sel mağduru olan Balıkesir çitçisini de yok saymış, sahipsiz bırakmıştır. Tabii, sadece bununla ilgili değil, geçtiğimiz dönemde Bandırma’da, Zeytinli’de, Güre’de sel mağduru olan belediyelerimizin mağduriyetleri giderilmemiştir. Yine Manyas’ta, Hamamlı, Kocagöl, Salur, Akçaova bu sel felaketinden en fazla zarar gören köylerimizdir. Gönen Dereköy’de köprü, sel felaketinden yıkılmıştır. Bütün bunlara rağmen, iktidarın temsilcileri bu yaşanan mağduriyeti görmemektedir. Manyas’ın verimli arazileri her yıl yaşanan sel felaketi nedeniyle çoraklaşmaya yüz tutmaktadır. Bir yıl önce çiftçinin önemli sorunu olan tarla faresi sorunu bugün de aynen devam etmektedir.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; geçtiğimiz yıl çiftçimizin en büyük sorunu olan tarla faresi sorunu bugün de ne yazık ki devam etmektedir. Bu da gösteriyor ki ülkeyi yöneten sizlerin tarımı, çiftçiyi yok saydığı, tarımın sorunlarını çözmek yerine yapay gündemlerle ilgilendiği çok açık ortadadır.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; bırakınız, var olan tarımın sorunlarını çözmek yerine, bir yıl önce gündeme getirdiğimiz, soru önergeleri verdiğimiz, çiftçimizin en önemli mağduriyet alanı olan tarla fareleri çiftçinin ortağı durumuna gelmiştir. Alınmayan önlemler sonrasında bugün de çiftçimizin tarla fareleri sorunu devam etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ERGÜN AYDOĞAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; gerçekten İktidarınızın özellikle ve özellikle tarıma ciddi anlamda destek vermesi, dünyayla rekabet edebilir noktaya getirmesi çok önemlidir. Açılımlardan başı dönen Türk çiftçisi çiftçi açılımı, tarım açılımı, ekonomik açılım istemektedir yani açılımlarla meşgul ettiğiniz Türk çiftçisi, Türk tarımı, bu açılımlar yerine, yapay gündem yerine, demokratik açılım, Ermeni açılımı, Roman açılımı ve adını sayamadığımız açılımlarınız yerine Türk çiftçisinin sorunlarını çözecek, Türk tarımının sorunlarını çözecek açılım beklemektedir.

Bu  duygu  ve  düşüncelerle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aydoğan.

Gündem dışı ikinci söz, Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılması hakkında söz isteyen Şırnak Milletvekili Sevahir Bayındır’a aittir. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Bayındır.

2.- Şırnak  Milletvekili  Sevahir  Bayındır’ın,  Diyarbakır  Göğüs   Hastalıkları  Hastanesinin kapatılmasına ilişkin gündem dışı konuşması

SEVAHİR BAYINDIR (Şırnak) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına ilişkin gündem dışı söz hakkı almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesi 1963 yılında faaliyete başlamış, o tarihten beri bölgenin tek göğüs hastalıkları hastanesi işlevini görmektedir. 141 fiilî yatak kapasitesine sahip ve 99’dan bugüne kadar, 2009’a kadarki faaliyet oranı da şöyle: Yatakların doluluk oranı 1996’da yüzde 46 iken 2009 yılında yüzde 76,3’e ulaşmış. Poliklinik hizmetleri 1996’da günlük 47 hasta muayene olurken 2009’da 258 hasta muayene olmuş. Yine 12 polikliniğe sahip, 100 kamu personeli ve 70 küsur da özel şirketlerde çalışan yaklaşık 200 çalışana da sahip.

Şimdi, bu hastanenin kapatılma gerekçesi: Bir, işlevsiz olarak gösterilmesi. Yine en basit gerekçelerden biri banyo ve tuvaletinin olmaması olarak gösterilmiş. Diğer bir yandan, özel alanların yeterli olmadığı belirtilmiş ama özellikle  Dağkapı Meydanı Diyarbakır’ın, en işlek ve halkın en kolay ulaşabileceği bir alan ve bu alanda çocuk hastalıkları hastanesi, devlet hastanesi ve yine göğüs hastalıkları hastanesi bulunmaktadır. Bundan bir süre önce doğum hastanesi Diyarbakır’ın 12 kilometre uzağındaki Urfa yolu üzerinde bir alana taşındı. Çocuk hastanesi kapatıldı, devlet hastanesi de kapatılarak bu alandan uzaklaştırılmak istendi ancak kamuoyunun mücadelesi sonucu, tepkisi sonucu bu taşıma işlemi şu anda durmuş bulunuyor ve en son deneme de göğüs hastalıkları hastanesinin Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’ndan Urfa yolu üzerinde henüz açılmamış Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesine bir kısmı devredilmek isteniyor ancak bu Urfa yolu üzerindeki hastane hâlâ işlevli olmadığı hâlde bir de hastaneyi kapatma gerekçelerinden biri olarak da hastaların sağlık hizmetine ulaşımı olarak gerekçe gösterilmiş.

Şimdi buradan sormak isteriz: Dağkapı Meydanı Diyarbakır’ın en yoksul iki semtinin buluştuğu yerde, Suriçi ve Bağlar’ın buluştuğu yerde ve bu yoksul kesiminin en kolay ulaştığı yer.

Yine, bölge hastanesi olması itibarıyla, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt ve bu illerin de en kolay ulaşabileceği mekân ve alandır. Dolayısıyla hastanenin kapatılma gerekçesi, hizmete erişim, hizmetin yetersizliği olarak gösterilmesine rağmen, personel eksikliği olarak gösterilmesine rağmen, özellikle son bir yılda domuz gribi sebebiyle de yaygın epidemik hastalığa bağlı olarak bu hastaneye hasta ulaşımı ve başvurusu çok daha fazla olmuştur sağlık hizmetinden faydalanmak için, artı, böyle bir yoğun sürede bile İl Sağlık Müdürlüğü Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinden hemşireleri başka hastanelere görevlendirmek durumunda kalmıştır.

Bu anlamda, özellikle Diyarbakır Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasının bir gerekçesi acaba faaliyete sunulmak istenen devlet hastanesine personel bulamadıkları için mi ya da acaba Diyarbakır Dağkapı Meydanı emlak açısından giderek çok yüksek fiyatlara sahip olması ve buranın, işte lüks otellerin, zengin süpermarketlerin ya da alışveriş merkezlerinin ya da özellikle Dağkapı Meydanı’nda özel sağlık hastanelerinin artması ve bu ilginin artmasına bağlı olarak bu alan hangi sermayecilere peşkeş çekilmek isteniyor? Bunun sorusunu buradan sormak istiyoruz.

Yine “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında dönüşümden anlaşılan bu mudur?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Acaba, sağlıkta dönüşüm şöyle mi yapılmak isteniyor: Diyarbakır İl Sağlık Müdürü ve Diyarbakır Valililiğinin talebi üzerine Sağlık Bakanlığından bir teftiş gidiyor. Yaptıkları inceleme sonucu hastanenin buradan taşınması gerektiğine karar vermişler. Buna karşı çıkan sağlık meslek örgütlerinin ortak tepkisine karşılık Diyarbakır İl Sağlık Müdürü Namık Kemal Kubat, Göğüs Hastalıkları Hastanesinin kapatılmasına tepki gösteren sağlık mensuplarını tehdit etmiştir. Yani yerel kanallarda da yayınlanan ses kaydının kendisine ait olduğunu kabul eden Kubat, “Eğer ben de yarın, sizi, silahla buraya gelip sıkmazsam, eğer ben de havaya sıkmazsam adam değilim.” demiş.

Şimdi, bu İl Sağlık Müdürü Sayın Kubat, sağlık riskiyle karşı karşıya olan insanların sağlığını kurtarmak amacıyla mı orada, yoksa insanları yeniden hayat güvenliği tehdidini yaratmak üzere mi burada?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız.

SEVAHİR BAYINDIR (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bu konunun çok acil olarak Sağlık Bakanı ve Meclis tarafından bir araştırma komisyonu kurularak yerinden incelenmesini talep ediyorum ve bu tehdidi savuran Sağlık İl Müdürünün de derhâl görevden alınması gerektiğini talep ediyorum. Şu anda da Diyarbakır’da sağlık emek örgütleri ve meslek örgütleri eylem hâlindeler. Bu konuya ilişkin 50 bin imzayı da hem Cumhurbaşkanına hem de Meclise ilettiklerini belirtiyorlar.

Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bayındır.

Gündem dışı üçüncü söz, İnönü Zaferi’nin 86’ncı yıl dönümü münasebetiyle söz isteyen Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil’e aittir. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Asil.

3.- Eskişehir  Milletvekili   Beytullah Asil’in, İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümüne ilişkin gündem dışı konuşması

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Millî Mücadele’mizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilk zaferi olan İnönü Zaferi’nin 89’uncu yılı münasebetiyle gündem dışı söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlarım.

22 Haziran 1920 tarihinde başlayan ikinci Yunan hareketi sonrası Nazilli, Uşak yöresi, Bursa ve dolayları kaybedilmişti. Bu zaman içinde Türk halkının yer yer kurduğu savunma cephesinin yanı sıra Büyük Millet Meclisinin açılması, emperyalizme karşı girişilen savaşın örgütlenme bilincinin dünya önünde siyasal ifade bulması, Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin, altı yedi ay içinde, gerek iç isyanların bastırılmasında gerek ordunun yeniden örgütlenmesinde gösterdiği çabalar itilaf devletlerini yeni tedbirler almaya zorlamıştı.

Yunanlılar da Eskişehir’i ele geçirerek Anadolu demir yollarının bu önemli kavşak noktasını kontrol altına almak ve güçlerini ispat etmek, diğer taraftan da Eskişehir’i alıp itilaf devletlerinin desteğine layık olduklarını ispatlamak istiyorlardı. 6 Ocak 1921’de Bursa Yenişehir doğrultusunda taarruza geçtiler. Üç dört gün içinde İnegöl, Karaköy, Bilecik ve Sakarya boğazını geçerek Eskişehir-İnönü-Gündüzbey savunma hattına vardılar. "Ya istiklal, ya ölüm!" diyebilen Türk evladının gösterdiği büyük direnç, 10 Ocak akşamı taarruzu durdurdu. Karanlık basınca Yunan ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Alınan bu galibiyet ve yaşanan bu zafer, kurtuluş mücadelemizin ilk büyük başarısı olmuş, Büyük Millet Meclisinin siyasal gücünün ağırlık kazanmasını sağlamış ve milletimizin Türkiye Büyük Millet Meclisine duyduğu güveni artırmıştır.

Bu yenilginin ardından ikinci hareket, Yunan Başkomutanlığının olağanüstü bir hazırlanışla Bursa cephesindeki birliklerini 50-60 bin kişilik bir güce ulaştırarak son darbeyi vurma amacında olduğu söylenebilir. 23 Mart 1921 sabahı Bursa ve Uşak kesimlerinde saldırıya geçen Yunan ordusunun asker ve silah gücü yine büyük bir üstünlük taşıyordu. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, savaşı yine İnönü mevzilerinde kabul edecek biçimde planladığından İnegöl kesiminde bulunan birliklerimiz geri çekildiler. 30 Marta kadar süren savaşlarda, cepheyi koruyan ordu, Türk tarihinin en çetin savaşlarından birini daha verdi. İyi donatılmış düşmana ilerleme fırsatı vermedi. 31 Mart-1 Nisan gecesi bütün hatlarda geri çekilmeye başlamışlardı.

1 Nisan 1921 Cuma günü, Keçiören’de -sonra Meteoroloji Genel Müdürlüğü olan- eski Ziraat Okulu binasına yerleşmiş Genelkurmay Karargâhının ikinci katındaki genişçe odada harita serili bir masanın başında Mustafa Kemal ve Fevzi Çakmak paşalar konuşmadan oturuyorlardı. Saat 17.00 idi. Sağ kanadını taarruza kaldıracağını bildirmiş olan İsmet Paşa ile öğleden beri bağlantı kurulamıyordu. Cephede ise bir Yunan uçağı, ilerleyen Türk birliklerinin üzerine makineli tüfeğiyle ateş yağdırmaya başlamıştı. Hücuma kalkmış bir takımın önünde koşan teğmen, birden sendeleyip düştü. Teğmenin düştüğünü gören erler hemen yattılar. Takım çavuşu, sürünerek sokuldu: “Komutanım!” Teğmen, boynundan vurulmuştu, zorlukla “Durma…” diye fısıldadı, “Takımı hücuma kaldır. Hemen! Haydi!” Her kelimesinde yarasından yeni bir kan boşalıyordu. Çavuş, gözlerinden yaş akarak ayağa fırladı, olanca sesiyle haykırarak takımı yeniden hücuma kaldırdı. Erler doğruldular ve koşarak savaş sisine karıştılar. Taşlı arazi çarıklarının altını erittiği için çoğu yalın ayaktı. Bir top mermisi patladı. Fışkıran gevrek bahar toprağı, sönen Teğmenin üzerini örttü.

Saat 18.30 olmuştu. Cephe Komutanı İsmet Bey, Türk milletinin hürriyetine kavuşmada gelecek için mutlu bir dönüm noktası olan İkinci İnönü Zaferi’nin müjdesini Metristepe’den veriyordu: “Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri direnen ve artçı olması muhtemel bir düşman müfrezesi, sağ kanat grubunun taarruzuyla düzensiz bir şekilde çekiliyor. Yakından takip ediyoruz. Hamidiye istikametinde temas ve faaliyet yok. Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüsüyle doldurduğu meydanını silahlarımıza terk etmiştir.” Bu rapor, Genelkurmay Karargâhındaki endişeli bekleyişi sevince dönüştürmüştü. Sevinç, Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’in 1 Nisan 1921’de İsmet Bey’e gönderdiği telgrafa şu sözlerle yansıyordu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) -  “Siz, orada sadece düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstila altındaki bahtsız topraklarımızla beraber bütün yurt, bugün sonuna kadar zaferinizi kutluyor.”

O gün Eskişehir’de milletimizin ters giden talihini yenenlere rahmet diliyorum. Dahice idaresiyle milletimize bu zaferi yaşatan başta komutan İsmet İnönü olmak üzere şerefle hizmet eden komutanlara, silah arkadaşlarına, yöre halkına minnet ve şükranlarımı sunarım.

Bu zaferleri bizlere yaşatan ordu karargâhına ev sahipliği yapan İnönü halkına selam olsun. Bu memleketin topraklarında gözü olanlara ders olsun. İkinci İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümü aziz milletimize kutlu olsun.

Değerli milletvekilleri, ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın başarıya ulaşmasında önemli yeri olan İnönü Savaşları’nda şehit düşen, zaferin kazanılmasında kahramanlık gösteren ecdadımızın manevi şahsiyetine bir şükran nişanesi olarak Eskişehir ilimizin İnönü ilçesine Ulu Önder Atatürk’ün…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen bağlayınız sözlerinizi.

Buyurunuz.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkanım, bitiriyorum.

…“Siz orada yalnız düşmanı değil, ulusun makûs talihini de yendiniz.” veciz sözünün yazılı olduğu bir altın madalya verilmesiyle ilgili, milletvekili arkadaşım Sayın Murat Sönmez’in kanun teklifinin bir an önce gündeme alınmasını zaferin yıl dönümü vesilesiyle bir kez daha yüce heyetten istirham ediyorum. İnönü ilçe halkımız bu madalyayı hak etmiştir. Madalyayı şanlı bayrağımıza asarak göndere çekmeyi hasretle beklemektedirler.

Hepinize bir kez daha saygılar sunuyor, yüce milletimize “Zaferin yıl dönümü kutlu olsun.” diyorum. Teşekkür ediyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Asil.

Buyurunuz Sayın Anadol.

V.- AÇIKLAMALAR

1.- İzmir  Milletvekili  K. Kemal  Anadol’un, İnönü Zaferi’nin 89’uncu yıl dönümüne ilişkin  açıklaması

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, söz verdiğiniz için teşekkür ederim.

Gerçekten, Çok Değerli Milletvekili Arkadaşımız Beytullah Asil’in belirttiği gibi, seksen dokuz yıl önce, 31 Mart gecesi ve 1 Nisan sabahı dünyada ilk kez antiemperyalist mücadele veren ve işgal altında bulunan ülkemizin kazandığı çok önemli bir zaferin, İkinci İnönü Zaferi’nin yıllar sonra önemini bir daha idrak ediyoruz. Kahraman ordumuza selamlar, sevgiler, saygılar sunuyoruz. Şehitlerimizi saygıyla ve rahmetle anıyoruz ve o gün, Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz.” sözünün önemini bugün bir daha hatırlıyoruz ve ulusumuzun özünde -önümüzdeki günlerin- ulusun makûs talihini yenecek nitelikler olduğunu biliyoruz.

Altını çizerek yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Anadol.

Gündeme geçiyoruz.

Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Sözlü soru önergesinin geri alınmasına dair bir tezkere vardır, okutuyorum:

VI.- BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÖNERGELER

1.- Gaziantep Milletvekili Hasan Özdemir’in (6/1759) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldı-ğına ilişkin önergesi (4/198)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin Sözlü Sorular Kısmının 423. sırasında yer alan (6/1759) esas numaralı sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

                                                                                                                Hasan Özdemir

                                                                                                                     Gaziantep

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Meclis araştırması açılmasına ilişkin dört önerge vardır, ayrı ayrı okutuyorum:

B) MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 22 milletvekilinin, töre ve namus cinayetlerinin ne-denlerinin araştırılarak önlenmesi için alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/647)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İnsanın yaşama hakkı, en kutsal haklardan biridir. Bunun her ne nedenle olursa olsun engellenmemesi ya da insanın elinden alınmaması gerekliliği, modern demokrasilerde kabul edilmiş bir insan hakkı ilkesidir. Ülkemizde ise bu hakkın ihlaline ilişkin çok ciddi bir sorun, son günlerde yeniden artış göstermektedir. Bu insan hakkı ihlali, töre ve namus cinayetleridir.

11.10.2005 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde, "Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu" kurulmuştur. Önemli bir çalışma yapan komisyonun raporu, 01.06.2006 tarihinde görüşülmüştür. Ancak son günlerde töre ve namus cinayetlerinde meydana gelen artış ve konunun tekrar gündeme gelmesi, daha ayrıntılı çalışmalar yapılması gerekliliğine olan ihtiyacı gözler önüne sermektedir. Töre ve namus cinayetleri üzerine hemen hemen hiç bilimsel bir çalışmanın olmaması ise konunun, akademik anlamda da göz ardı edildiğinin göstergesidir.

Töre ve namus cinayetleri söz konusu olduğunda, kimi yerlerinde hâlâ feodal ilişkilerin hüküm sürdüğü Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ilk olarak akla gelmektedir. Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler, töre ve namus cinayetini bu bölgelerin kapsamından çıkarmış; yalnızca eğitimsizlik ya da ekonomik gerekçelerle açıklanamayacak biçime getirmiştir. Son aylarda Adıyaman, Hakkâri, Ağrı, Diyarbakır'ın yanı sıra Çorum, İstanbul gibi illerimizde ve daha da ötesi Almanya, Hollanda, İngiltere gibi ülkelerde yurttaşlarımızın töre ve namus cinayetleriyle gündeme geldiğini görmekteyiz.  Gazetelerin  3'üncü  sayfa haberlerinin en önemli konularından birini töre ve namus cinayetleri oluşturmaktadır. Başka bir deyişle töre ve namus cinayetleri artık sadece kırsal kesimle sınırlı kalmamakta; göçler, aşırı kentleşme, köy-kent arasındaki toplumsal hareketlilik ve gelişen iletişim yoluyla büyük kentlere taşınmakta ve hatta yurtdışına sıçramaktadır.

Töre ve namus cinayetlerinin nedenleri arasında, ailenin ya da erkeğin, kadının duygu ve bedeni üzerinde kendini hak sahibi görüyor olması baş sıradadır. Namus veya töre değerleri, çevre baskısı, kadının bir mal, köle veya kirlenmiş bir eşya gibi görülmesi, bilinçli bir cinayetle namus ve şerefin temizleneceği inancı, kadının öldürülmesi ile failin toplum ve çevrede saygınlık kazanacağı inancı nedenleriyle koca, eski koca, baba, kardeş ve diğer akrabalar tarafından töre ve namus cinayetleri işlenmektedir. Aynı zamanda, zorla evlendirme, namus temizleme gibi nedenlerle intiharları da bu cinayetler kapsamında değerlendirmek gerekmektedir.

Töre ve namus cinayetlerinin insan haklarını yok saymasının yanında, insanların kanını donduran biçimlerde de işlenmesi konunun ayrı bir boyutunu oluşturmaktadır. Bunun en son örneği Adıyaman ili Kâhta ilçesinde yaşanmıştır. Erkeklerle konuştuğu iddiasıyla çocuk yaşta bir kızın akrabaları tarafından diri diri gömülmesi, ülkemizde töre ve namus cinayetleri konusunun vahametinin örneklerinden biridir.

Töre ve namus cinayetlerinin ekonomik temeli unutulmadan, eğitim, güvenlik, aile yapısı gibi unsurlarla doğrudan ilgili olduğu bilinen bir gerçektir. Bu sorunun engellenmesi konusunda ailelere ve bireylere görevler düşmektedir; ama, bu görevlerden çok, devlete görevler düşmektedir.

Töre ve namus cinayetlerinin nedenlerinin araştırılması ve bu cinayetlerin önlenmesi için gereken önlemlerin tespiti amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Şevket Köse

(Adıyaman)

2) Hulusi Güvel

(Adana)

3) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

4) Tayfur Süner

(Antalya)

5) Ali Koçal

(Zonguldak)

6) Akif Ekici

(Gaziantep)

7) Mehmet Ali Özpolat

(İstanbul)

8) Ali Rıza Ertemür

(Denizli)

9) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

10) Canan Arıtman

(İzmir)

11) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

12) Gürol Ergin

(Muğla)

13) Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

14) Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

15) Nevingaye Erbatur

(Adana)

16) Orhan Ziya Diren

(Tokat)

17) Sacid Yıldız

(İstanbul)

18) Kemal Demirel

(Bursa)

19) Rasim Çakır

(Edirne)

20) Muhammet Rıza Yalçınkaya

(Bartın)

21) Ensar Öğüt

(Ardahan)

22) Hüsnü Çöllü

(Antalya)

23) Atila Emek

(Antalya)

2.- Adıyaman Milletvekili Şevket Köse ve 24 milletvekilinin, olumsuz hava koşullarının tarım sektörüne etkilerinin araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/648)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Özellikle son günlerde, ülkemizde hava koşullarının kötü gitmesinden tarım sektörü olumsuz olarak etkilenmiştir. Çiftçiler, yaşanan kötü hava koşulları nedeniyle büyük bir mağduriyet yaşama noktasına gelmiştir. Güneydoğu Anadolu, Akdeniz, Ege ve Marmara Bölgeleri; bu konuda en çok mağduriyetin yaşandığı bölgelerdir.

Kötü hava koşulları, iller bazında da büyük zararların yaşanmasına neden olmuştur. Yalnızca Adıyaman'da don olayları nedeniyle 500 bin dekar ekimi yapılan hububat ve baklagillerin zarar gördüğü belirtilmektedir. Benzer biçimde Aydın ilinin Milas ilçesinde aşırı yağışlar sonucu yaklaşık 8 bin dekar; aynı ilin Söke ilçesinde 300 bin dekar ve İncirliova ilçesinde büyük miktarda hububat ve narenciye sular altında kalmıştır.

Ülkemizin diğer bölgelerinde de aynı biçimde olaylara rastlamak olanaklıdır. Başka bir örnek ise Antalya ilinin Kumluca ve Serik ilçelerinde baraj taşması sonucu barajlara yakın olan seraların sular altında kalmasıdır. Çanakkale, Muğla, İzmir gibi çok sayıda ilimiz benzeri mağduriyetleri yaşamıştır.

Tarım sektöründe yaşanan sorunlar, doğrudan ya da dolaylı olarak sanayiyi, ekonomiyi ve en önemlisi gıda sektörünü etkilemektedir. Yurttaşların gıda maddelerine ulaşmasında sorun doğduğu gibi, gıda maddelerinin aşırı pahalı fiyatlara erişmesi bu sürecin sonuçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir ifadeyle tarım alanında yaşanan bu sorun, toplum yaşamının tüm alanlarına olumsuz etkide bulunacaktır.

Çiftçilerimizin bu yıl için sel ve su baskınlarına karşı henüz sigorta yaptırmadığı düşünüldüğünde, yaşanan sorunun çiftçilerimiz için büyük bir mağduriyete dönüşeceği şüphesizdir. Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), bu konuda çalışmalar yapmakta ve yaraların sarılabilmesi için nelerin yapılabileceğine dair alternatif öneriler sunmaktadır. Bu durumda, konuyla ilgili oda, dernek, demokratik kitle örgütleri ve konunun diğer uzmanlarının görüşlerine ihtiyaç duyulduğu anlaşılmaktadır. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın acilen çalışmaya başlaması gerekliliği de kamuoyunda üzerinde görüş birliğine varılmış konulardan biridir.

Son günlerde yaşanan olumsuz hava koşullarının tarım sektörüne olan etkilerinin araştırılması ve gerekli önlemlerin tespiti amacıyla Anayasa'nın 98. ve TBMM İçtüzüğü'nün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Şevket Köse

(Adıyaman)

2) Mehmet Ali Özpolat

(İstanbul)

3) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

4) Tayfur Süner

(Antalya)

5) Akif Ekici

(Gaziantep)

6) Hulusi Güvel

(Adana)

7) Turgut Dibek

(Kırklareli)

8) Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

9) Ali Rıza Ertemür

(Denizli)

10) Sacid Yıldız

(İstanbul)

11) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

12) Canan Arıtman

(İzmir)

13) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

14) Gürol Ergin

(Muğla)

15) Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

16) Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

17) Nevingaye Erbatur

(Adana)

18) Orhan Ziya Diren

(Tokat)

19) Kemal Demirel

(Bursa)

20) Rasim Çakır

(Edirne)

21) Muhammet Rıza Yalçınkaya

(Bartın)

22) Ensar Öğüt

(Ardahan)

23) Ali Koçal

(Zonguldak)

24) Hüsnü Çöllü

(Antalya)

25) Atila Emek

(Antalya)

3.- İstanbul Milletvekili Sacid Yıldız ve 24 milletvekilinin, organ nakli konusundaki sorunların araştırılarak  alınması  gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/649)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Organ nakli, vücutta işlevini yitirmiş, görev yapmayan bir organın yerine, canlıdan veya kadavradan sağlam ve fonksiyon yapabilen bir organın konulmasıdır. Organ yetmezliklerinde, özellikle böbrek ve karaciğer yetmezliği gündemde olan bir konudur ve çok sayıda insan bu nedenle organ beklemektedir. Canlı kişiden organ alınması, organ veren kişinin yaşamını riske sokmayacak şekilde çift organlardan birinin alınması ile gerçekleştirilir. Kadavradan organ nakli ise, yakınlarının rızasına bağlı olarak ve kişinin ölmeden evvel organ bağışı yapmasıyla mümkündür.

Türkiye'de yarıdan fazlası böbrek olmak üzere, 100 bin kişi organ nakli olmayı beklemektedir. Yoğun olarak böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz tedavisi gören hasta sayısı 55 bin kişidir ve buna her yıl 4 bin kişi eklenmektedir. Böbrek ve karaciğer yetmezliği nedeniyle organ nakledilmesini bekleyen yurttaşlarımız açısından kadavra nakilleri büyük öneme sahiptir. Böbrek yetmezliği sonucunda beş yıllık ortalama yaşam oranı yüzde 33 iken aynı hastaya böbrek nakli uygulaması yapılırsa beş yıllık ortalama yaşam oranı yüzde 90'a ulaşmaktadır. Bu tedaviyle hem hasta yaşam kalitesi artmakta hem de belirgin olarak uzamaktadır, yani nakil yaşamak, diyaliz ise ölmemeye çalışmaktır. Fakat, ülkemizde ne yazık ki nakillerin yalnızca dörtte biri kadavradandır. Avrupa ülkelerinde ise organ nakillerinin yüzde 80'i kadavradandır. Bugüne kadar çok sayıda hasta, organ vericisi bulunamaması nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Ülkemizde çok sayıda organ nakli merkezi ve birçok organ nakli cerrahımız olmasına rağmen, kadavradan nakil olmadığı için yeterli sayıda organ nakli gerçekleştirilememektedir. Bunun diğer önemli nedeni ise beyin ölüm vakalarının bildirilmemesidir. Bu nedenle çok sayıda yurttaşımız organ nakli sıralarında hayatlarını kaybetmektedir.

Ülkemizde borcu nedeniyle internet üzerinden çeşitli organlarını satışa çıkaran insanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Bazı köylerde toplu hâlde böbreklerini satan insanlar hâlâ unutulmamıştır. Bunun yanı sıra organ ticareti nedeniyle her gün çok sayıda kayıp ve kaçırılma olayı yaşanmaktadır. Bu nedenle beyin ölümü olgularının bildirilmesi kadavradan nakillerin artmasına yol açacaktır. Bu da hem nakil listelerinde bekleyenlerin hayatlarını kurtarmak hem de organ ticaretinin önüne geçilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

Organ ticaretinin önüne geçilmesi amacıyla kadavradan organ nakillerinin arttırılması, beyin ölümü tespiti ve organizasyonu yapan organ nakli koordinatörlüğünün her kurum için zorunlu hâle getirilmesi ve beyin ölümü olgularının kadavra ameliyatı masraflarının, kurumları ve ameliyatı yapan ekipleri özendirici şekilde düzenlenmesi amacıyla Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü'nün 104. ve 105. maddeleri uyarınca Meclis Araştırması açılmasını saygılarımızla arz ederiz.

1) Sacid Yıldız

(İstanbul)

2) Ali Koçal

(Zonguldak)

3) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

4) Akif Ekici

(Gaziantep)

5) Hulusi Güvel

(Adana)

6) Tayfur Süner

(Antalya)

7) Turgut Dibek

(Kırklareli)

8) Şevket Köse

(Adıyaman)

9) Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

10) Canan Arıtman

(İzmir)

11) Ali Rıza Ertemür

(Denizli)

12) Mehmet Ali Özpolat

(İstanbul)

13) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

14) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

15) Gürol Ergin

(Muğla)

16) Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

17) Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

18) Nevingaye Erbatur

(Adana)

19) Orhan Ziya Diren

(Tokat)

20) Kemal Demirel

(Bursa)

21) Rasim Çakır

(Edirne)

22) Muhammet Rıza Yalçınkaya

(Bartın)

23) Ensar Öğüt

(Ardahan)

24) Hüsnü Çöllü

(Antalya)

25) Atila Emek

(Antalya)

4.- İstanbul Milletvekili Çetin Soysal ve 24 milletvekilinin, hayvancılık sektörünün sorunları-nın araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/650)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Et fiyatlarında son 6 ayda çok yüksek oranda bir artış yaşanmıştır. Kilosu 14-15 liradan alınabilen koyun ve sığır fiyatları bugün 20 liranın üstüne çıkmıştır. 2009 yılında kuzu eti fiyatı %45.9 oranında artarken, tavuk eti fiyatındaki artış ise %33.9 oranında artmıştır. Yıllık et tüketimi ABD'de 90 kg, Avrupa'da 60 kg iken Türkiye'de bu rakam 12 kg'a düşmektedir. Et fiyatlarının bu kadar artması, zaten düşük olan bu rakamı daha da düşürecektir.

Et fiyatlarındaki yükselmenin pek çok açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir. Besicilik maliyetlerinin artması, küçük ve büyük baş hayvan sayısının azalması bugün yaşanan sonuçları doğurmuştur. Devletin besiciliğe yeteri kadar destek vermemesi besicilik maliyetlerini arttırırken, özellikle Doğu Anadolu Bölgesi'nde amaca uygun desteklerin verilmemesi nedeniyle de hayvan sayısında çok büyük oranda düşüş yaşanmıştır. Sayısı 30 milyon civarında olan büyük ve küçükbaş hayvan sayısı son dönemde 7 milyona inmiştir. Bölgenin en önemli geçim kaynağı artık iflas etme noktasına gelmiştir. Doğrudan desteklemenin kaldırılması, teşviklerin yanlış verilmesi, pazar ve üretim açısından tarım ve hayvancılığın ayrılmaz parçası olan sanayileşmede yaşanan özelleştirmeler bölgeyi iyice fakirleştirmiştir. Koyunculukta Türkiye'yi besleyen Van, devlet desteğinin çekilmesi ile birleşen güvenlik sorunu nedeniyle ihracat yapamaz hale gelmiştir. Bölge koşulları yeterince değerlendirilmeden, Türkiye'nin tüm coğrafi bölgelerine aynı şekilde teşvik verilmesi sorunu çözmeye yönelik bir adım değildir. Bölgesel kalkınma modelinin uygulanması gerekliliği, uzun süren kış mevsimi, uzaklık, ihracatın artması için yapılacaklarda temel alınmalıdır.

Hayvancılıkta yaşanan sorunlara müdahale edilmemesi, hayvancılıkla geçimin sağlayan vatandaşlarımızı olduğu kadar hayvansal gıda tüketicilerini de etkileyecektir. Özellikle dar gelirli ailelerin hayvansal gıdalardaki aşırı artış nedeniyle özellikle et tüketimini önemli oranda düşürdüğü bilinmektedir. Protein açısından önemli bir gıda olan etin özellikle çocukların gelişiminde önemli yer tuttuğu bilinmektedir.

Sonuç olarak et fiyatlarındaki artıştan üreticiden, tüketiciye uzanan zincirde bulunan her birim etkilenmektedir. Bunun dışında et fiyatlarındaki artış, halk sağlığını tehdit eden sahte et satıcılarının da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Özellikle son 2 ay içinde pek çok yerde sahte et üreticilerinin halk sağlığını hiçe sayan satışları kamuoyuna yansımıştır.

Hayvancılıkta yaşanan sorunların nedenleri, bu sorunlarla, hayvancılıkta yaşanan gerilemenin önlenmesi için alınacak tedbirlerin tespiti amacıyla, Anayasanın 98. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü’nün 104. ve 105. maddeleri gereğince meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

1) Çetin Soysal

(İstanbul)

2) Ali Rıza Öztürk

(Mersin)

3) Tayfur Süner

(Antalya)

4) Hulusi Güvel

(Adana)

5) Şevket Köse

(Adıyaman)

6) Ferit Mevlüt Aslanoğlu

(Malatya)

7) Turgut Dibek

(Kırklareli)

8) Mehmet Ali Özpolat

(İstanbul)

9) Ali Rıza Ertemür

(Denizli)

10) Durdu Özbolat

(Kahramanmaraş)

11) Canan Arıtman

(İzmir)

12) Gürol Ergin

(Muğla)

13) Enis Tütüncü

(Tekirdağ)

14) Mevlüt Coşkuner

(Isparta)

15) Ramazan Kerim Özkan

(Burdur)

16) Nevingaye Erbatur

(Adana)

17) Orhan Ziya Diren

(Tokat)

18) Sacid Yıldız

(İstanbul)

19) Kemal Demirel

(Bursa)

20) Rasim Çakır

(Edirne)

21) Muhammet Rıza Yalçınkaya

(Bartın)

22) Ensar Öğüt

(Ardahan)

23) Ali Koçal

(Zonguldak)

24) Hüsnü Çöllü

(Antalya)

25) Atila Emek

(Antalya)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önergeler gündemdeki yerlerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki görüşmeler, sırası geldiğinde yapılacaktır.

Şimdi de Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun İç Tüzük’ün 19’uncu maddesine göre verilmiş bir önerisidir vardır, okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım.

VII.- ÖNERİLER

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1.- (10/487, 10/535) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi

                                                                                                                        Tarih: 31.03.2010

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulu’nun 31.03.2010 Çarşamba günü (bugün) yaptığı toplantısında, Siyasi Parti Grupları arasında oybirliği sağlanamadığından Grubumuzun aşağıdaki önerisini İçtüzüğün 19 uncu Maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını arz ederim.

Saygılarımla.

                                                                                                                   Oktay Vural

                                                                                                                         İzmir

                                                                                                         MHP Grup Başkanvekili

Öneri:

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Gündeminin Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler Kısmında yer alan 10/487, 10/535 esas numaralı “Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin yol açacağı sorunların araştırılarak alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla” Anayasanın 98. ve İçtüzüğün 104 ve 105. Maddeleri Gereğince Meclis Araştırması önergelerinin görüşmelerinin Genel Kurulun 31.03.2010 Çarşamba günlü birleşiminde yapılması önerilmiştir.

BAŞKAN – Önerinin lehinde, Tokat Milletvekili Reşat Doğru.

Buyurunuz Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce Hakkâri Çukurca’da şehit olan 3 uzman çavuşumuz ve 2 tane yaralımız var. Şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum. Terör örgütünü lanetliyorum.

Sayın milletvekilleri, şeker fabrikalarının özelleşmesiyle ilgili olarak vermiş olduğumuz önergeyle ilgili söz almış bulunuyorum. Malumunuz olduğu şekliyle şeker fabrikaları, pancar çiftçisinin en önemli ürünlerinin değerlendirilmiş olduğu yerdir. Şeker fabrikaları, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluş yıllarından itibaren… Özellikle Turhal Şeker Fabrikasını söylemek istiyorum, Turhal Şeker Fabrikası Tokatlılara çok büyük katma değer katmış olan bir eserimiz ve değerimizdir. Hükûmetin son yıllardaki özelleştirme kapsamı içerisinde şeker fabrikalarımız bir bir özelleştirmeye doğru gitmektedir.

Bakınız, şu anda Türkiye’mizde şöyle bir araştırma yapıldığı zaman, en önemli sorunların başında işsizlik, açlık ve yokluk olduğu görülmektedir. Tokat Milletvekiliyim ben, Tokat Meydanı’nda insanlara şöyle bir soruyoruz, sorduğumuz zaman en önemli sorunlarının iş olduğunu, ekmek olduğunu ve geçinme zorluğu içerisinde bulunduklarını söylüyorlar. Çiftçi kardeşlerimize soruyoruz, çiftçilerimiz üretmiş olduğu ürünlerin değerlendirilmediği, değerine satamadıklarını, dolayısıyla da zarar ettiklerini ifade etmeye çalışıyorlar. Yani yoksulluk ve açlık almış başını gidiyor.

İşte böyle bir ortamda şeker fabrikalarımız özelleştirme kapsamı içerisinde satılıyor. Bakın, şu anda Turhallı tüm kardeşlerimiz, Tokatlı tüm kardeşlerimiz Turhal Şeker Fabrikasına sahip çıkılmasını, satılmamasını ve özelleştirilmemesini istiyorlar. Bununla ilgili olarak da başta Şeker-İş Sendikası olmak üzere hep beraber çiftçisiyle, esnafıyla, orada çalışanlarıyla -emekli kentidir- emeklilerle beraber büyük bir miting yaptılar. Mitingleri esnasında da söylemiş oldukları söz şuydu: “Bizim pancar üretimi devam etsin, şeker üretimi devam estin, fabrikalarımız açık kalsın.”

Tabii bunlar bunu söylerken Tokatlı çiftçilerimiz veyahut da işçilerimiz söylerken… İşte şu anda onunla beraber altı tane şeker fabrikası satıldı. Bunlardan bir tanesi Çarşamba Şeker Fabrikasıdır. Çarşambalı kardeşlerimiz, Samsunlu kardeşlerimiz aynı şeyleri söylemiyorlar mı? Bakın şu anda Sorgun Şeker Fabrikası da satılan fabrikalar içerisindedir. Yozgatlı çiftçilerimizin hepsi ayaktaydılar, onlar da o mitinge katılmışlardı. Çorum’daki şeker fabrikası, yine, Kastamonu Şeker Fabrikası, Kastamonulular, Çorumlular yani İç Anadolu Bölgesi’ndeki -tabii, diğer şeker fabrikaları satıldı, satılıyor ama- insanlarımızın hepsi, hep beraber “Şeker pancarı üretimi devam etsin ve şeker pancarı çiftçisi korunsun.” diyorlar ve beraberinde de “Fabrikalarımız özelleştirme kapsamı içerisinde satılmasın, sahiplenilsin.” diyorlar.

Tabii, Hükûmetin değerli yetkilileri diyorlar ki: “Fabrikalar satılsa da üretime devam edecek.” Sayın milletvekilleri, bu sözlerin doğru olmadığını veyahut da bu sözlerin ne kadar doğru olduğunu hep beraber tartışalım. Bakın, şu anda, şeker fabrikaları öncesinde sigara fabrikaları satılmıştı. Bunların içerisinde bulunan Tokat Sigara Fabrikası da satılan, özelleştirilen fabrikalar içerisindeydi. Yine aynı şekilde, iktidarın yetkilileri sigara fabrikası satılırken “Sigara fabrikası üretime devam edecek, sigara fabrikasında tütün çiftçiliği devam edecek, üretim devam edecek.” demişlerdi. Ne oldu? Şu anda Tokat Sigara Fabrikasının her tarafında otlar bitiyor. Fabrikasını bırakın, içerisindeki makineler bile parçalanarak alındı ve götürüldü. Şu anda, oradaki insanlar üzüntü içerisinde Tokat Sigara Fabrikasının durumunu görüyorlar.

Aynı tabloyu tabii, diğer yerlerde de görüyoruz. Ama Tokat Sigara Fabrikasının işçileri şu anda perme perişan durumdadırlar. 4/C kapsamı içerisinde yaşam mücadelesi veriyorlar. İşsizlik almış başını giderken 4/C’den dolayı şu anda insanlarımızın büyük bir sıkıntı içerisinde, psikolojik yıkıntı içerisinde olduğunu söylemek durumundayız. Şu anda, 4/C kapsamındaki yaklaşık olarak 10 binin üzerindeki işçi Türkiye'nin her tarafında acaba benim durumum ne olacak diye beklenti içerisindedir.

Aynı tabloyu şu an itibarıyla binlerce işçisi bulunan şeker fabrikalarında da yaşayacağız. Yani şeker fabrikası işçisi de aynı 4/C kapsamındaki, o kapsama doğru itiliyor yani işlerini kaybedecekler, aşlarını kaybedecekler. Şu anda esnafıyla, memuruyla kendi bölgelerinde bulunan yani şeker fabrikalarının bulunduğu yerlerdeki insanların hepsi acaba  benim fabrikam satılacak mı veyahut da ben fabrikamı kaybedecek miyim veyahut da esnaf işte, buradan gelen o gelirin durumu ne olacak beklentisi içerisindedir.

Tokat Sigara Fabrikası kapanmadan önce orada 1.200 işçi çalışıyordu. O 1.200 işçinin yaklaşık olarak Tokat’ımıza yıllık 60-70 trilyon civarında -eski parayla- büyük bir girdisi vardı.

Turhal Şeker Fabrikası, Sorgun Şeker Fabrikası, işte, Çorum Şeker Fabrikası, Kastamonu Şeker Fabrikası da aynı durumdadır; o bölgenin esnafına, o bölgedeki insanların hepsine çok büyük katma değer sağlamaktadır. Bunları böyle değerlendirmediğimiz zaman, yani şeker fabrikalarının tamamen yok olmasını sağlamış olduğumuz zaman çok şeyler kaybederiz.

Bakın, dünyanın her tarafında, şu anda dünyanın her tarafında şeker pancarıyla ilgili olarak çok ciddi çalışmalar var. Avrupa Birliği ülkelerinde    -her zaman örnek alıyoruz- şu anda şeker pancarından elde edilen şeker üzerinde çok ciddi destekler var. Biliyor musunuz, şu anda üretimle ilgili olarak yüzde 70’ini karşılıyor. Yani Avrupa Birliği ülkeleri, şeker üretimi devam etsin diye özellikle destekleyerek maliyetin yüzde 70’ini karşılamaya çalışıyorlar. İşte, böyle bir durumda, biz neden şeker pancarının üretimini ortadan kaldırmaya çalışalım?

Bakınız, geçenlerde GDO’yla ilgili kanun çıkarttık. GDO’yla ilgili kanun çıkarttık da çıkartırken bazı konular gündeme getirildi. Özellikle nişasta bazlı şekerin insan vücuduna ne kadar zarar verdiğini hep beraber biliyoruz. Şu anda gidiniz hastanelerdeki polikliniklerin hepsine, nişasta bazlı şekerden dolayı alerjik hastalıkların artmış olduğunu görürsünüz. Ondan dolayı da dünyanın her tarafında nişasta bazlı şeker oranları yüzde 2’lere düşürülürken -Avrupa Birliği ülkeleri için veriyorum- bizim ülkemizde bu oran yüzde 15’ler civarındadır. Gelin, yüzde 15’ler civarını yüzde 2’ye düşürelim. Gelin, hep beraber, işte, Hükûmet olarak almış olduğumuz tedbirlerle beraber, başta serbest bölgeler olmak üzere, şeker pancarıyla, şekerle ilgili olarak kaçakçılığı ortadan kaldıralım. O zaman şeker pancarı çiftçisinin ne kotalarında bir sıkıntımız kalır ne fabrikaların çalışmasında bir sıkıntımız kalır. Ama işte bunları yapmazken, şeker pancarı çiftçisini bu şekilde mağdur etmeye, şeker fabrikalarının kapanmasıyla beraber o bölgelerdeki insanlarımızı mağdur etmeye hiçbirimizin hakkının olmadığını düşünüyorum.

Şeker ürünü tarımsal stratejik bir üründür. Bu ürün mutlaka yaşamalıdır. Bu kadar önemli, avantajlı bir ürün olan şeker pancarı, çiftçimizin vazgeçemeyeceği ve Hükûmetin de gözden çıkardığı bir konuma gelmektedir. Şeker pancarı çiftçisi küsmekte, fabrikaların kapanmasıyla karşı karşıya kalan işçilerimiz ise kara kara düşünmektedir.

Şeker pancarı, Türk tarımı açısından çiftçiyi tarlaya ve köye bağlayan, ailenin tüm fertlerine çalışma imkânı sağlayan, nüfusu kırsal kesimde tutan, hâliyle iç göçü yavaşlatan ürünlerin başında gelmektedir. Bugün 1,7 milyon civarında pancar kooperatifi ortağı vardır ve binlerce insan da şeker pancarı üretiminin devam etmesini istemektedir.

Bakınız, İç Anadolu Bölgesi’nden örnekler verdim çünkü şu anda İç Anadolu Bölgesi’nde altı tane şeker fabrikası satılıyor. Tokat’ın nüfusu 840 binlerden 620 binlere inmiştir. Gidiniz Yozgat’a. Yozgat’ın nüfusu da inmiştir. Çorum’a, Kastamonu’ya… Yani İç Anadolu Bölgesi’ndeki birçok bölgemizde maalesef çiftçi ürününü ekmekten ve tarlasına gitmekten artık heder eder duruma gelmiştir. Niye gelinmiştir? İşte bunları hep beraber düşünmek mecburiyetindeyiz.

Sözlerimin başında en önemli sorunun işsizlik sorunu olduğunu söyledim. Bakın, şu anda işte hep beraber gittiğimiz zaman, kendi seçim bölgelerimizde olsun yahut da nereyi gezersek gezelim, önümüze çıkan ilk konu işsizliktir. “Ben iş istiyorum.” diyor, üniversite mezunları iş istiyor, lise mezunları iş istiyor. Çiftçi kardeşlerimizin yanına gidiyoruz, pancar üreticisi böyle de diğerleri böyle değil mi? Onlar da aynı şekilde yokluktan bahsediyorlar, yoksulluktan bahsediyorlar, çiftçi ürününün para etmediğinden bahsediyorlar.

İşte bu ağır ortamda, şeker fabrikalarının özelleşmesinin, ben çok yanlış olacağını düşünüyorum. Bundan dolayı da bu konunun çok ciddi manada değerlendirilmesini istiyoruz.

Bakınız, Avrupa Birliği ülkeleri mevcut stoklarına rağmen şeker pancarı üretimini kısmamakta, her yıl dâhilî tüketimlerinin üzerinde üretim yapmaya devam etmektedir. Acaba bizim ülkemizde bunlar yapılmakta mıdır? Avrupa Birliği ülkeleri şeker ithaline yüzde 200 gümrük vergisi koymuşken, bizde bu oran 2004 yılında yüzde 135’lere çekilmiştir. Yani bu şudur değerli milletvekilleri: Şeker bazlı dediğimiz, işte çikolatadır veya diğer ürünlerdir, Avrupa Birliği ülkelerine girişlerinde çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalınmaktadır. Yani oralarda yüzde 200 civarında gümrük konarak şeker pancarı çiftçisi veyahut da şeker üreticisi korunmaya çalışılmıştır ama enteresandır, bizim ülkemizde bu oran, 2004 yılında yüzde 135’lere düşürülmüştür.

Ülkemizde şeker pancarı çiftçisine ton başına 142 euro destek sağlanmaktadır ama şeker pancarı tarımı, sanayisi, alt sanayi dallarıyla birlikte gayrisafi millî hasılaya 3 milyar dolar civarında değer katmaktadır.

Ülke nüfusunun yüzde 15’inin geçimi…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – …bu tarım ürünündendir. Şeker sanayisi, 500 bin çiftçi ailenin, sanayide 25 bin çalışanıyla, alt sanayi kollarıyla beraber 10 milyonun üzerinde insanla ilişkilidir. Yani Avrupa Birliği ülkeleri yüzde 70 oranında bir destek sağlarken, bizim ülkemizde bu oran maalesef çok ciddi manada düşüktür.

Ülkemizde şeker pancarı ve üreticisinin kurtarılması için şunların yapılmasını istiyoruz: Şeker ithalatına ve işlenmiş ürünlerine yüksek gümrük vergisi uygulanması ve devlet tarafından bunun garanti altına alınması. İhracatı teşvik edici fonlar ve kaynaklar oluşturulması. Nişasta bazlı şeker üretiminde Avrupa Birliği normlarında üretim yapacak yasal düzenlemelerin getirilmesi ve denetimin sağlanması. Sınır ticareti ve serbest bölgeler yoluyla kaçak şeker girişinin önlenmesi. Bavul ticareti yoluyla sentetik tatlandırıcıların yurda girişinin engellenmesi. Şeker pancarı çiftçisi reel manada desteklenmeli, maliyetin yüzde 70’i Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi karşılanmalı. Şeker fabrikaları özelleştirilmemeli. Her şeye rağmen özelleştirilecekse söz öncelikle üreticilerin olmalı. Üreticisiz bir özelleştirme ve ortaklık oluşumu düşünülmemeli.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

Buyurunuz.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Pancar alım fiyatları mutlaka reel şekilde düzenlenmeli ve de yıllardan beri devamlı olarak aşağıya doğru gitmekte olan bunun, ton başına en az 300 bin lira civarında olması gerekir diye düşünüyorum.

Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyor, önergemizin lehinde oy kullanmanızı bekliyorum.

Saygılar sunuyorum efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Doğru.

Aleyhte, Tunceli Milletvekili Kamer Genç.

Buyurunuz Sayın Genç.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; MHP Grubunun verdiği grup önerisi üzerinde söz almış bulunuyorum. Hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, tabii, bir ülkenin ayakta kalabilmesi için, vatandaşlarının kişilikli, nitelikli, haysiyetli ve şerefli olabilmesi için o memleketin ekonomisinin güçlü olması lazım. O memleketin vatandaşlarının iş bulması lazım, aş bulması lazım, eğitim yapması lazım, başka bir ülkeye muhtaç olmaması lazım. Dış ülkeler karşısında, ancak güçlü bir ekonomiyle o ülkenin vatandaşlarının başı dik durur. Bir ülke düşünün ki ekonomisi yok, gençleri sokakta, iş bulamıyor. Aşağı yukarı her tarafı bir işsizler ordusuyla çevrilmiş bir ülke düşünün. Şimdi, o ülkenin o gençleri ne kadar zeki olursa olsun, ne kadar haysiyetli olursa olsun, o ülkenin gençlerinin bir kişiliği olur mu? Yani ekmeğe muhtaç olan, bir iş sahibi olmayan bir genç ne yapar? Bir sadaka gelir, dilenci durumuna düşer. Onun için, evvela Türkiye Büyük Millet Meclisinin halletmesi gereken konu, bana göre, Türkiye’de sağlıklı bir ekonominin oluşması için gerekli çabaları göstermesi lazımdır.

Şimdi, AKP iktidara gelince ne oldu? Bütün üretim kaynakları özelleştirildi. Ama nasıl özelleştirildi? Yani bunun başında şeker fabrikaları geliyor. Şeker fabrikalarını alan kişiler şeker üretmediler. Bunların bir kısmı, tabii bir kısım yerlerinde var… Burada, eskiden KİT’ler zamanında, şeker fabrikaları bir yerlerde kurulurken oralara geniş araziler verdiler. Şimdi, buraları alan kişiler ne yaptılar? Çoğu, faaliyetlerini üretimden değil de bu arazileri ve arsaları değerlendirmek üzere bu yerleri aldılar ve çoğu da bedava aldı. Yani işte gördünüz, geçenlerde altı tane şeker fabrikası -600 milyon, pardon yani tam rakam aklımda değil de- çok düşük bir fiyatla özelleştirildi. Mesela bunların içinde Kütahya Şeker Fabrikası var; alan, sizin Bitlis Milletvekiliniz. Kaça aldı? Aralık ayında -yani 2003’ün, vallahi 2003 müydü, 2004 müydü, hepsini aklımda tutmam mümkün değil- teslim aldı, 23 milyon dolara aldı. O seneki Şeker Fabrikasının kârı 11 trilyon. Yani ne oldu? 11 trilyonu ondan çıkarırsanız o koskoca Şeker Fabrikasını aşağı yukarı 14-15 milyon dolara aldı. Bu, tamamen orayı bağışlaması demektir. Yani burada bu şeker fabrikasının bu kişiye bedava verilmesi demektir.

Bu konuda ben de kendisiyle bir bahse de girdim. Olay şöyle oluyor arkadaşlar: Bu şeker fabrikası özelleştirildikten sonra, orada Kütahya Şeker Fabrikasının bir bölümü var, 113 dönümlük bir arazi ama bunun üzerinde tesisler de yani sosyal tesisler var. Bu, Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı adına kayıtlı. Fakat özelleştirme yapıldıktan bir sene sonraya yakın bir zamanda tapuya gidiyor, hiç Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı muvafakati yok, orada kütükte malik hanesindeki “Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Ortaklığı”nı siliyor, yerine “Kütahya Şeker Fabrikası” yazıyor. Dolayısıyla o 113 dönüm öyle geldi, beyefendinin mülkiyetine geçti. Hatta bir gün uçakta gelirken dedi ki: “Ben böyle bir tahrifat yapmamışım, eğer tahrifat yaptığımı ispat edersen şeker fabrikasını sana bağışlarım. Eğer tahrifat yapmadığımı kanıtlarsam milletvekilliğinden istifaya söz veriyor musun?” Ben dedim: “Sana şeref sözü. Eğer sen tahrifat yapmamışsan ben milletvekilliğinden istifa ediyorum ama yapmışsan fabrikayı da bana bağışlayacağına da söz ver.” O zaman Ulaştırma Bakanı da buna şahitti. Şimdi, geçen gün gazeteler de yazdı, bu tahrifatın sabit olduğu tamamen tapu kadastronun kayıtlarıyla sabit. Ama tabii karşımızda yiğit adam isteriz, verdiği sözü tutan insan isteriz. Böyle olmayınca… Ben eğer kaybetseydim milletvekilliğinden de istifa ederdim.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Fabrikanız mı oldu Kamer Bey, fabrikanız mı oldu?

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, kanıtlandı.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Fabrikanız var mı şimdi?

KAMER GENÇ (Devamla) – E, yok işte, verirse olacak.

Şimdi, değerli milletvekilleri, Meclisimiz çok ciddi bir durumla karşı karşıya. Bir Anayasa değişikliği meselesi var. Şimdi, dün Beşir Atalay’ı dinledim, diyor ki: “Efendim, bu Meclis Anayasa değişikliğini yapamaz diyorlar.” Kim diyor bunu? Diyen var mı arkadaşlar? “Bu Meclis Anayasa değişikliği yapamaz.” diyen kimse var mı? Yok. Kendi kendilerine uyduruyorlar. Ya, bu Meclis Anayasa değişikliğini de yapar, daniskasını da yapar ama yeter ki bir uzlaşma olsun. Şimdi, diyorsunuz ki: “Darbe Anayasası’nı değiştireceğiz.” Askerî darbe Anayasası’nı değiştirip de yerine bir sivil darbe anayasasını getirmek olur mu? Şimdi, anayasaların, anayasa kültürü almış insanların belirli bir altyapısı var. Şimdi ne yapıyorsunuz? Anayasa Mahkemesini kaldırıyorsunuz. E peki, yerine ne getiriyorsunuz? Bir şey yok. Hâkimler ve Savcılar Kurulunu kaldırıyorsunuz. Kimi getiriyorsunuz oraya? Efendim, kendinize uygun bir sistem getiriyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bazıları ya dayak yememişler veyahut da hayatı tanımıyorlar.

Şimdi, alt mahkemelerden 8 tane adli hâkim getirdiniz, 3 tane idari yargıdan getirdiniz. Bu gelen arkadaşlarımız orada ne yapacak? Önce kendilerini Danıştay ve Yargıtay üyeliğine seçtirmek için gayret gösterecekler. Yahu yetki bendeyken evvela ben kendimi seçtireyim diyecek. Böyle bir şey olur mu?

Ayrıca da bakın, maalesef, bugünkü Adalet Bakanı ve Müsteşarı hiçbir surette buraya yakışan bir davranış içinde değil. Hâkimler ve Savcılar Kurulunu çalışamaz hâle getirmiştir. Diyor ki: İlle benim dediğim adamları atayacaksın. Yahu sen kimsin kardeşim! Orada belli kurallar var. Ondan sonra, kendisi Hâkimler ve Savcılar Kuruluna katılmamak suretiyle Anayasa’nın hâkimlerle, savcılarla ilgili maddesini yürürlükten kaldırıyor.  Dolayısıyla, YARSAV, Ankara Cumhuriyet Başsavcısına ihbarda bulunmuş. Ben de kendilerini göreve davet ediyorum, Ankara Cumhuriyet Başsavcısını çünkü Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 250’nci maddesinin 3’üncü fıkrasına göre yapılan bir uygulaması var Adalet Bakanlığının, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısını yargılama yetkisi Yargıtaya aitken Adalet Bakanlığının bir yazısı üzerine Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi yapıyor. O zaman, aslında 250’nci maddenin 3’üncü fıkrasında “Yargıtay ve Anayasa Mahkemesince yargılanacak suçlular bu kapsam dışındadır.” diyor ama siz orada bunu ihmal ettiğinize göre, o zaman, Adalet Bakanını da, buyurun, Anayasa Mahkemesinin yargılaması gereken konudur, dolayısıyla, haydi bakalım yargılayın. Ama tabii, Türkiye'de hukuk işlemiyor ki.

Değerli milletvekilleri, bakın, memleket ciddi bir bunalıma gidiyor. AKP’li milletvekillerine özellikle seslenmek istiyorum: Bu getirilen Anayasa, gerçekten, üç maddesini çıkarırsanız, siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili maddeyi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun kuruluşuyla ilgili maddeyi, bir de Anayasa Mahkemesiyle ilgili o üç maddeyi çıkarırsanız biz destek veririz ama bunları çıkarmazsanız, bakın, bu, tamamen Türkiye'de bir dikta anayasası olur ve bunu burada halledelim. Hiç de referanduma meferanduma da, götürmeye zaten gücünüz yetmez de, şimdi…

ORHAN KARASAYAR (Hatay) – Millete gitmekten niye korkuyorsunuz?

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, millet… Bakın, millete gidelim de… Hayır, millete gidelim. Yiğitliğiniz varsa, bakın, şimdi ara seçime gidelim. Bakın, Anayasa’ya göre, otuz ayı doldurduktan sonra ara seçime gidiliyor. Bu, Anayasa’nın açık ve net hükmü ve riayeti gereken… “Otuz ay dolduktan sonra ara seçime gidilir.” diyor. Niye gitmiyorsunuz? Şu anda Türkiye Büyük Millet Meclisinde galiba 10’un üzerinde milletvekili açığı var, gidelim işte millete, niye kaçıyorsunuz? Ondan sonra, üç ay sonra ne olacak? Tabii, Anayasa’nın başka maddesine sığınacaksınız, “Efendim, seçime bir yıl kala ara seçim yapılmaz.” diyeceksiniz. Yani mesela, bana göre, orada da bir değişiklik yapılması lazımdı, yani o otuz ay beş yıla göre hazırlanmış ara seçimdi, bence o otuz ayı yirmi dört aya indirmek lazımdı.

Yani, tabii, sizin anayasa hukukçularınızın Anayasa’nın hangi maddelerinde eksiklikler olduğunu pek kavrayacak nitelikleri yok. Bir Anayasa Komisyonu Başkanınız var. Onun nasıl Anayasadan başarılı olduğuna ben hâlâ hayret ediyorum. Yani okuduğunu anlamayan bir arkadaşımız, tam kuzu beyinli birisi. Yani böyle bir şey olmaz gerçekten. İç Tüzük’te hüküm var: “Komisyonlarda eğer milletvekillerinin teklifi varsa onları davet edeceksin, dinleyeceksin.” diyor ama bizim teklifimiz var, hiç dinlemeden, bizi de Komisyona davet etmeden işlem yapıyor. Yani hukuku bu kadar askıya almak kimin haddine arkadaşlar?

Onun için, değerli milletvekilleri, bence, Türkiye’de üretimin artırılması, bu Meclisin en öncelikle ele alması gereken konudur. Bakın, tarımı öldürdünüz. Ya arkadaşlar, hep dışarıdan borç almakla bu memleketi nereye götürebilirsiniz? Sizin, iktidara geldiğiniz günden bugüne kadar, yani 2002’ye kadar, cumhuriyet kurulduğu tarihten bugüne kadar yapılan dış borç 147 milyar dolar, sizin zamanınızda, bu, yedi senede 148 milyar artmış. Peki, borç ala ala nereye kadar götüreceksiniz bu memleketi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

Buyurunuz.

KAMER GENÇ (Devamla) – Onun için, bence, bu Meclise, artık AKP’li milletvekillerine bir sorumluluk düşüyor arkadaşlar, lider sultasını muhakkak yıkmamız lazım. Burada oy kullanırken vicdanımıza danışmamız lazım. Bu vicdan eğer sağlıklı düşünürse insanın başına rahatlık getirir. En azından gelecekte “Ya ben şu Meclisteyken şu doğru kararı verdim ama genel başkanımla da çatıştım, partiliyle çatıştım.” der ama onun emrine girdiği zaman maalesef işte felaket o zaman insanların başına gelir. Maalesef, AKP İktidarı zamanında yapılan bütün soygunlara, hırsızlıklara destek veren bugünkü sizin kadronuzdur, bunlara karşı çıkın. Bakın, dün burada bunları dile getirdim, daha da dile getireceğiz, lütfen şu memleketi -şurada bir senelik bir zamanınız kalmış- yeni bir felakete götürmeden, hiç olmazsa bir çekidüzen vererek yeni bir seçime getirmemiz gerektiğine inanıyorum.

Saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Genç.

Lehte, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek.

Buyurun Sayın Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, Milliyetçi Hareket Partisinin şeker fabrikalarının özelleştirilmesiyle ilgili verdiği Meclis araştırması önergesinin lehinde söz almış bulunuyorum. Öncelikle tüm Meclisi ve halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, aslında, ben, bu konuda farklı bir noktadan konuya yaklaşmak istiyorum. Bugün, ben, şeker fabrikasındaki bu özelleştirmelerle ilgili olarak bir basın toplantısı yaptım Mecliste, yani onunla da örtüştü aslında bu konu. Orada dile getirdiğim önemli bir konu var. Tabii, onu öncelikle burada daha kapsamlı bir şekilde halkımızın ve sizlerin bilgisine sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Sayın Reşat Doğru konuşmasında bildirdi, bu konu aslında iki aşamalı, yani, iki ayrı başlıkta değerlendirilebilir: Birincisi, tabii, üretim yapan, yani şeker pancarı üreten çiftçimiz var, köylümüz var ya da onların bir sorunları var. Bu fabrikaların özelleştirilmesinden sonra, her ne kadar “İmalatları sürecek, bununla ilgili belirli bir süre koyuyoruz.” diyorsa da Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, önceki ihaleleri biliyoruz, yani diğer yapılan ihaleleri, onun garantisi olmadığını görüyoruz. O pancar üreticimizin hangi sıkıntılar içerisine gireceği, hangi sorunları yaşayacağı zaten ortada.

Gerçi AKP İktidarı sadece pancar çiftçimizi, pancar üreticimizi bitirmiş değil. Hangi sektöre bakarsak bakın, Tekel öncesi de, bizim tütün üreticimizin bugün ne hâle geldiğini zaten hepimiz görüyoruz. Ama diğer açıdan da “O fabrikalarda çalışan işçilerin durumu ne olacak?” dedi Sayın Doğru. Ben de o konuyu gündeme almak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu fabrikalarda yaklaşık 18 bin kişi çalışıyor. Bunun 2-3 bin civarı memur ama 15 bini aşkın işçi var; 9 bin civarı daimî işçi yani kadrolu işçi, 6 bin küsuru da geçici işçi, yani onlara “mevsimlik” deniyor, “kampanya sezonu” deniyor, 15 bini aşkın işçi var.

Değerli arkadaşlar, bu işçilerin durumu ne olacak veya bu işçiler Tekel işçilerinin yaşadığı akıbete mi uğrayacak diye, tabii, düşünülüyor.

Bakın, ben, Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğünün daha geçenlerde yani 16 Martta yayımladığı bir tamimi bugün basın toplantısında Mecliste kamuoyuna sundum. Bu tamim, aslında biliyorsunuz hukuksal olarak belki Türkçesi “genelge” diyebiliriz “tamim”e ama “tamim” başlığıyla Genel Müdürlük yayımlamış. Bu Genel Müdürlüğün tüm fabrikalara ve diğer makine fabrikalarına gönderdiği yani Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü bünyesindeki tüm işletmelere gönderdiği bu tamimde işçilerle ilgili ne var? Değerli arkadaşlar, ne var biliyor musunuz? Şunu diyor: Bu fabrikalarda çalışan tüm işçiler, yani bu gerek daimî olan gerekse kampanya işçileri, tümünden, birer form da göndermişler fabrikalara, daha şimdiden, yani özelleştirmesi yapılmadan… Zaten bir kısmı özelleştirilmek istenmişti ama Danıştayın 13. Dairesinin durdurma ve iptal kararları var, yani Şeker Fabrikalarıyla ilgili aslında süreç şu anda mahkeme kararı nedeniyle durmuş durumda. Bir form var, şu formu da göndermişler fabrikalara ve şunu diyorlar: Şimdiden, bu işçilerden, 4/C’ye geçtiklerini, kabul ettiklerini ve 4/C’yle ilgili tüm sosyal hakları kabul ettiklerini, bu formla beraber, belirten bu taahhütnameleri imzalatacaksınız, bunları alacaksınız ve bunları uhdenizde fabrikada ileride kullanılmak üzere, dikkat edin, ileride kullanılmak üzere saklayacaksınız diyorlar.

Değerli arkadaşlar, şimdi bu konu önemli. Niye önemli? İnanıyorum ki Şeker fabrikalarındaki işçilerimiz, Şeker-İş bu genelgeyi biliyor. Bu genelge de kimin tarafından, kimin isteğiyle düzenlendi, kimin talebiyle yayınlandı, onu da konuşmak lazım. Birazdan onunla ilgili düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak istiyorum ama vatandaşlarımız bilmiyorlar yani milletvekili arkadaşlarımız da bilmiyorlar, daha bir haftalık veya on günlük bir olaydır bu olay. Burada, bu genelgede, yani işçilere, fabrikalarda çalışan, Şeker-İş’e ait, Şeker Fabrikaları AŞ’ye ait olan işçilere, yani o kadrolu işçilere, orada çalışan, tüm kadroları ve özlük hakları hâlâ kamunun elinde olan işçilere daha şimdiden deniyor ki… Ne deniyor biliyor musunuz, bakın, burada şunu okumak istiyorum. İşçilere deniyor ki: “’Söz konusu Bakanlar Kurulunun 2004/7898 sayılı Kararnamesi kapsamında istihdam edileceğim geçici personel statüsünü mali hakları ve görev alanları itibarıyla kabul ediyorum.’diye imzalayacaksınız.”

Şimdi, değerli arkadaşlar, tabii, bunun hukukla ne kadar bağlantısı var yani hukuka ne kadar sığar, bunların bir geçerliliği var mı, onlar da tartışılır. Yani Tekelle ilgili, Tekel işçileriyle ilgili Danıştayın vermiş olduğu… Biliyorsunuz, Bakanlar Kurulunun kararına göre iş akitleri feshedildikten sonra işçilerin otuz günlük süre içerisinde az önce okuduğum bu taahhütnameleri imzalayarak 4/C statüsünün haklarını kabul ettiklerini belirten o otuz günlük süreyi Danıştay durdurmuştu. Hatta Danıştay, daha sonra bununla ilgili olarak Anayasa Mahkemesine bu 4/C’yle ilgili hükmün iptali için de başvurdu. Şu anda olay Anayasa Mahkemesinde.

Ama, değerli arkadaşlar, alelacele, apar topar, hangi telaşla, hangi endişelerle, neden korkarak, kimlerden korkarak, kimlerin talebiyle bu genelgeyi Şeker Fabrikaları Genel Müdürü Sayın Aksu hazırladı ve tüm fabrikalara gönderdi?

Değerli arkadaşlar, Sayın Mehmet Azmi Aksu, biliyorsunuz, Şeker Fabrikaları AŞ’nin Genel Müdürü, aynı zamanda Yönetim Kurulu Başkanı. Tabii, başka bir özelliği de var, Sayın Abdülkadir Aksu’nun da kardeşi. Kamuoyu tabii biliyor bunu. Yıllardan beri belki şeker sektörünün içinde kendisi, yani o konuda haksızlık da etmek istemem. Yani, kendisi, Anayasa Mahkemesi Raportörlüğüne geçtiğimiz günlerde otuz bir günlük Denizcilik Müsteşarlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinden sonra Sayın Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine, yedek üyeliğine atanan kişi gibi değil. Ben öyle biliyorum. Yani, kendisi, yıllardan bu yana o sektörün içerisinde, ama Sayın Abdülkadir Aksu’nun da kardeşi.

Yani, bu genelgeyle Hükûmetin bir ilgisinin olmamasını düşünmemiz zaten mümkün değil. Yani bu genelgeyi Hükûmet istemiştir, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı talep etmiştir “İşçilerden şimdiden alın.” demiştir. Peki, neden demiştir değerli arkadaşlar? Yarın, biliyorsunuz, 1 Nisan. Bu Tekel işçileri uzun bir süre -yaklaşık iki buçuk ay- bir eylem yaptılar. Geçtiğimiz günlerde, eylemlerini, Danıştayın kararından sonra buradaki o oturma eylemlerini sona erdirmişlerdi. Ama yarın tüm Tekel işçileri, tekrar Ankara’da, 1 Nisanda, Türk-İş’in önünde -Türkiye’den gelecekler, Türkiye'nin her bölgesinden gelecekler- o konuyu tekrar gündeme taşıyacaklar, yani bu geçici işçi, 4/C kapsamındaki bu işçilerin sorununu yeniden ülkenin gündemine getirecekler.

Arkadaşlar, korku dağları sarmış. Şimdi, AKP, aynı sorun… Şeker fabrikalarındaki özelleştirmeden sonra emekli olma hakkını kazanmamış işçiler için tabii ki bu 4/C süreci söz konusu, tahmin ediyorum 5 binin üzerindedir bu süreç. Ardından, enerji ihalelerinden binlerce işçi -yine Türkiye’de bu gündeme gelecektir- aynı şekilde belki Hükûmetin 4/C kapsamına almak üzere girişimde bulunacağı işçiler olacaktır. İşte, Tekel işçilerinin, tüm Türkiye'nin desteğini alarak, tüm Türkiye’deki vatandaşlarımızın “Evet, bu insanlar haklarını arıyorlar, hukuk mücadelesi yapıyorlar.” dediği Tekel işçilerinin yaratmış olduğu o havayı, yaratmış olduğu o -AKP Hükûmeti için konuşuyorum- endişeyi, korkuyu tekrar yaşamamak için, önceden önlem almak adına böyle bir genelgeyi hazırlamışlar. Kimsenin de haberi yok genelgeden. Yani ben onu da söyleyeyim. İşçiler biliyorlar ama, işte işçiler de daha… Dediğim gibi, bir hafta on günlük bir olay, ancak kamuoyunu bir şekilde bizler bilgilendirmeye çalışıyoruz.

Diğer taraftan, değerli arkadaşlar, daha bu işçiler çalışırken, Danıştayın iptal kararı varken, Danıştayın diğer taraftan şeker fabrikalarının o (B) ve (C) portföyündeki fabrikalarla ilgili durdurma ve iptal kararları varken, işçiler henüz iş akitleri feshedilmediği için bu 4/C statüsüyle ilgili süreci henüz daha başlatmamışken böyle bir genelgenin hazırlanması hukuka ne kadar uygundur, bunu da sizlerin takdirine bırakıyorum. Hiçbir şekilde uygun değildir. Burada yapılmak istenen şey şudur arkadaşlar: Sayın Başbakan Tekel işçileriyle ilgili olarak şunu söylemişti, eylem yaparken, biliyorsunuz, burada: “Acele edin, bak, dışarıda binlerce, yüz binlerce işsiz insan var -sanki onlardan sorumlu değil Başbakan- yani onlarla ilgili benim yapacaklarım yok.” falan diyor. Zaten üniversite mezunları için de aynı şeyi söylemişti biliyorsunuz. “Yani ben herkese iş bulmak zorunda değilim, diploma sahibi binlerce insan var, ya 4/C’ye geçersiniz, bunu onaylarsınız ya da işsiz kalırsınız.” Yani onlara ölümü gösterip onları sıtmaya razı etmek –işçileri- gibi bir anlayış, bildiğimiz anlayış, klasik AKP anlayışı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü tamamlayınız.

Buyurunuz.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sekiz yıldan bu yana, hangi konu olursa olsun ama, hak, adalet, nasafet, garip gureba diyerek aslında uygulamaların ne olduğunu görüyoruz. Değerli arkadaşlar, korkudan böyle bir genelge hazırlanmış, bu konuyu burada ülkenin gündemine sunmak istiyorum.

Diğer bir nokta da şu, arkadaşlar: Bu işçilerin tazminatlarını devlet niye ısrarla üstlenerek, ödeyerek bu fabrikaları sadece gayrimenkullerle beraber yani bir emlakçı anlayışıyla özelleştirmek ister, o da tartışılması gereken bir şeydir yani bu işçilerin çok yüklü miktarda tazminatları vardır. Niçin işçilerin haklarını koruyarak, o haklarla beraber şartnameye, ihaleye işçilerin bu haklarını da koyarak, mademki bu fabrikalar çalışmaya devam edecek, mademki bu fabrikalar üretimine devam edecek, bu işçilerin niye haklarının devamını sağlamıyor, bunu burada da tartışmak gerekir.

Binlerce dekar arazisi var bu fabrikaların. Alpullu Şeker Fabrikası benim ilimde, Atatürk’ün gelip açtığı şeker fabrikası, değerli arkadaşlar, binlerce dekar; Malatya aynı şekilde. Bu arazilerin değerlerinin maddi olarak belirlenmesi mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bu konu da aslında unutuluyor, görmezden geliniyor yani AKP İktidarı özleştirmeyi Tekelde de böyle yaptı değerli arkadaşlar. Sadece alanlara sıfır maliyetle, kılçıksız balık verir gibi “Alın kardeşim bu gayrimenkulü, trilyonlarca lira, hiçbir sorununuz yok, işçilerle ilgilenmeyeceksiniz, onların tüm mali yükümlülüklerini devlet olarak ben karşılıyorum, ben üstleniyorum. Alın size, tertemiz fabrikaları çalıştırır mısınız, satar mısınız, iş yeri mi yaparsınız.” diyerek, bir anlayışla bunları yapıyor.

Değerli  arkadaşlar,  o yüzden  bu  özelleştirme  politikalarının  Türkiye’de  çok büyük sosyal sorunlar açtığı, yaralar açtığı zaten haberlerle de ortada. Binlerce insan aynı sorunlarla karşı karşıya kalacak.

Ben tüm Meclisteki milletvekillerimizi ve halkımızı duyarlılığa davet ediyor, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Dibek.

Aleyhte, Adıyaman Milletvekili Ahmet Aydın.

Buyurunuz Sayın Aydın. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AHMET AYDIN (Adıyaman) – Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisi aleyhine söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, dün de yine bir grup önerisi vardı, buna karşın AK PARTİ’nin de bir grup önerisi vardı. Bizler dün itibarıyla yüce Meclisin oylarıyla gündemi belirledik aslında. Salı günleri saat 15.00-20.00, çarşamba, perşembe de 13.00-20.00 olmak üzere ve aynı zamanda da bütün halkımızın gündeminde de olan ve bizce de çok önemli olan bir yasanın, Seçim Yasası’nın öne alınması suretiyle, sizlerin destekleriyle gündemi belirledik. Tabii, Milliyetçi Hareket Partisinin grup önerisindeki konuları da hakikaten iktidar olarak bizler de önemsiyoruz, bu konuyla ilgili de verilmiş, daha önce, Meclis araştırma önergeleri de var ve bu manada bu konunun önemini biliyoruz ancak aciliyeti noktasında ve özellikle de daha önceden de gündemin belirlenmiş olması nedeniyle biz bu grup önerisine katılmıyoruz.

Değerli arkadaşlar, burada bir hususun özellikle altını çizmek istiyorum: Evet, bu Meclis, halkın yüksek oylarıyla oluşmuş, teşekkül etmiş meşru bir Meclistir ve bu Meclis, ilk günden son ana kadar her zaman gerek yasaları gerekse de Anayasa değişikliklerini yapabilecek olan bir meclistir. Ve bu anlamda şunu ifade etmek istiyorum ki özellikle Anayasa değişiklik teklifi, AK PARTİ milletvekilleri tarafından verilen Anayasa değişiklik teklifinde, gerek bütün halkımızın gündeminde olan ve gerekse de özellikle de sivil toplumun talepleri neticesinde genel mutabakatla oluşmuş, belki burada siyasi partilerimiz siyaseten muhalefet etmiş olabilir ama, halkın genel mutabakatı neticesinde oluşmuş, teşekkül etmiş, hak ve hürriyetleri genişleten, özgürlüklerin alanını genişleten son derece demokratik bir Anayasa teklifidir. Bu teklif halk tarafından da çok ciddi bir kabul görmektedir, onu da ifade etmek istiyorum.

OKTAY VURAL (İzmir) – Daha milletvekilleri tarafından kabul edilmedi ki!

AHMET AYDIN (Devamla) – Yine, değerli arkadaşlar, tabii, bu kürsü milletin kürsüsü. Bu kürsü hakaret kürsüsü değildir, özellikle onu belirtmek istiyorum. Bu kürsüye olur olmadık söz alıp gelen birçok arkadaşım, bazı, özellikle zaten malum olan arkadaşlarımız...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Ahmet, şeker fabrikalarını konuş, şeker fabrikalarını!

AHMET AYDIN (Devamla) - ...burayı, bazen Sayın Cumhurbaşkanımızdan başlamak üzere en aşağıdaki hocalara kadar ya da en sıradan vatandaşa kadar silsile, bütün herkesi -tabiri caizse- âdeta boyayıp sıvıyor.

Evet değerli arkadaşlar, yalnız bu tabirler burada hakikaten bizleri de çok ciddi manada üzüntüye sebep veren ve halkımızın da “Acaba Türkiye Büyük Millet Meclisinde neler görüşülüyor, neler konuşuluyor?” konusunda ciddi manada da tepkisini çeken konulardır.

Az önce bir değerli arkadaşımız, gene her zaman olduğu gibi, bu kürsüde, çok saygın olan, başta anayasa profesörlerine ciddi hakaretlerde bulundu ve özellikle anayasacıların aklı  yetmez  kişiler   olduğunu   burada -üzgünüm ama- ifade etti.

Değerli arkadaşlar, dediğim gibi, burası hakaret kürsüsü değil. Burada kim ne konuşuyorsa kulağı duyarak konuşmalı, karşısında yüce Türk milletini, 72 milyonun izlediğini bilerek konuşmalıdır. Biz şunu biliyoruz ki anayasacılarımızın, anayasa hukukçularımızın hepsi saygın kişilerdir. Başta -burada da vardı az önce, gördüm ama- Anayasa Komisyonu Başkanımız Sayın Burhan Kuzu olmak üzere bütün anayasacılarımız ter dökerek bu noktaya gelmiş; birikimiyle, donanımıyla bu noktalara gelmiş ve Türkiye’nin kalkınmasında, demokratikleşmesinde çok ciddi emekleri olan insanlardır ve Anayasa’yı da çok çok iyi bilirler ve bu noktada bilgileri doğrultusunda da, buranın demokratikleşmesi noktasında da gayretlerine devam ediyorlar.

Yine, değerli arkadaşlar, tabii ki, Anayasa Komisyonundan geçen Seçim Kanunu’nu –nasip olursa tabii- üniversitelerden sonra inşallah görüşeceğiz ve bu manada Anayasa Komisyonumuzun tüm üyeleri, başta Başkanı Sayın Burhan Kuzu olmak üzere, özellikle Alt Komisyon Başkanı -ter döken- Ayhan Sefer Üstün Milletvekilimize ve hassaten teklif sahibi Sayın Haluk İpek’e çok teşekkür etmek istiyorum. Çok ciddi, çok güzel emekler neticesinde hazırlanan bir teklif ve bu teklif, Anayasa Komisyonunda olgunlaşarak buraya gelmiş. Burada da inşallah değerli katkılarınızla, bütün siyasi partilerin değerli katkılarıyla çokça ciddi noktalara, daha da olumlu noktalara taşınacaktır diye düşünüyorum ve bu nedenle daha önceden gündemin belirlenmiş olması hasebiyle ben Milliyetçi Hareket Partisi Grubunun önerisine katılmadığımı belirtiyor, yüce milletimizi ve sizleri saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Aydın.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, oylamadan önce yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama istiyorsunuz.

Sayın Anadol, Sayın Öztürk, Sayın Aslanoğlu, Sayın Dibek, Sayın İnce, Sayın Köse, Sayın Diren, Sayın Özdemir, Sayın Koçal, Sayın Akıncı, Sayın Süner, Sayın Çöllü, Sayın Ayhan, Sayın Günday, Sayın Aydoğan, Sayın Keleş, Sayın Arat, Sayın Kart, Sayın Ünsal, Sayın Topuz.

Evet, yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı yoktur.

On dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 14.28

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.39

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Yusuf COŞKUN (Bingöl)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

İstem üzerine yapılan yoklamada toplantı yeter sayısı bulunamamıştı. Şimdi tekrar yoklama yapacağım.

Üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VII.- ÖNERİLER (Devam)

A) SİYASİ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ (Devam)

1.- (10/487, 10/535) esas numaralı Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergelerin ön görüşmelerinin Genel Kurulun 31/3/2010 Çarşamba günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin MHP Grubu önerisi (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmemiştir.

Şimdi, alınan karar gereğince sözlü soru önergelerini görüşmüyor ve gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

1’inci sırada yer alan, Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ

1.- Türk Ticaret Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/324) (S. Sayısı: 96)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

2’nci sırada yer alan, Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

2.- Türk Borçlar Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/499) (S. Sayısı: 321)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

3’üncü sırada yer alan, Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

3.- Milletlerarası Para Fonu ile Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankasına Katılmak İçin Hükümete Yetki Verilmesine Dair Kanuna Ek Milletlerarası Para Fonu Ana Sözleşmesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Belgelerin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/761) (S. Sayısı: 458)

BAŞKAN – Komisyon? Yok.

Ertelenmiştir.

4’üncü sırada yer alan, Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu’nun görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (x)

BAŞKAN – Komisyon ve Hükûmet? Yerinde.

Geçen birleşimde, tasarının 1’inci maddesi üzerinde gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi  söz  sırası,  şahsı  adına  söz istemiş olan Karabük Milletvekili Mustafa Ünal’a aittir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Ünal.

MUSTAFA ÜNAL (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 1’inci maddesi üzerinde şahsım adına söz aldım. Bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tasarının 1’inci maddesinde Türk-Alman Üniversitesinin kuruluşu düzenlenmektedir.

Ülkemiz ile Almanya arasında tarihten gelen ve Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan ekonomik, sosyal ve kültürel bağlar mevcuttur. 2009 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de yatırım yapmış olan Alman girişimci sayısı 4.074’e ulaşmıştır. Türkiye-Almanya ticari ilişkileri Türkiye’de kurulu bu firmalar yanında Almanya’daki 70 bin Türk kökenli göçmen işverenle de iki ülke arasında geniş bir iktisadi köprü meydana getirmektedir. İki ülke arasındaki dış ticaret hacmi 2008 yılı sonu itibarıyla 35 milyar dolara ulaşmıştır.

İkinci Dünya Savaşı öncesi ve bu savaş esnasında Almanya’yı ve bu ülkedeki üniversitelerini terk etmek durumunda kalan birçok Alman ilim adamı yurdumuza sığınmış ve Türkiye’yi ikinci vatanları kabul ederek üniversitelerimizde çok değerli ve unutulmaz hizmetler vermiştir. Bu bilim adamları bir taraftan iki ülke arasındaki bilgi ve kültür değişimini başlatırken diğer yandan da genç cumhuriyet Türkiyesi’nin modernleşme sürecine, özellikle eğitim, teknik ve sanat alanında önemli katkılar sağlamıştır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde şehircilik dersleri veren “Ernst Reuter”, İstanbul ve Ankara Üniversitesi hukuk fakültelerinde binlerce öğrenci yetiştiren ve birçok kanun taslaklarının hazırlanmasında eşsiz hizmetlerini asla unutamayacağımız “Profesör Ernst Eduard Hirsch” ve iktisatçı “Fritz Neumark” bu ünlü Alman ilim adamlarından ilk aklımıza gelenlerdir. Hâlen çok sayıda üniversitemiz Alman üniversite ve yüksekokullarıyla yoğun akademik iş birliği içinde bulunmakta, birçok gencimiz de yüksek tahsilini ve doktora öğrenimini Almanya’da, Alman üniversitelerinde yapmaktadır.

                                

(x) 486 S. Sayılı Basmayazı 24/3/2010 tarihli 77’nci Birleşim Tutanağı’na eklidir.

İstanbul’da kurulacak olan Türk-Alman Üniversitesi, yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında iki ülke arasındaki iş birliğinin geliştirilmesine büyük katkıda bulunacak ve bundan böyle gençlerimizin bir kısmı Almanya’ya gitmeksizin aynı eğitimi burada, kendi ülkemizde, İstanbul’da yapabilme imkânına kavuşacaklardır.

Ayrıca, bugün 3 milyon insanımız Almanya’da bir süre çalışmanın ardından ülkeye geri dönmüş bulunmaktadır. Bu insanlar ve onların çocukları kurulacak bu üniversite için önemli bir potansiyel teşkil etmektedir.

Ben burada, 1974 yılında hukuk doktorası yapmak için Almanya’da bulunduğum sırada doktora hocam Sayın Profesör “Jutta Limbach”ın bir düşüncesini de dile getirmek istiyorum. Daha sonra Almanya Federal Anayasa Mahkemesi Başkanı da olan hocam o zaman bana “Sizler tahsil için buralara kadar geliyorsunuz. Bu eğitimi kendi ülkenizde de alabilme imkânlarına kavuşmanızı diliyorum.” demişti.

Bir yandan Türk-Alman Üniversitesinde gençlerimizin bu üniversite bünyesinde oluşturulacak fakülteler, enstitüler ve yüksekokulda bu imkânlara kavuşacak olması, diğer yandan da bunun benim için âdeta bir hayalin otuz altı yıl sonra gerçekleşmesi anlamına gelmesi bana büyük mutluluk vermektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MUSTAFA ÜNAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Türk-Alman Üniversitesi bünyesinde mühendislik, fen, hukuk, iktisadi ve idari bilimler, kültür ve sosyal bilimler fakülteleri olmak üzere beş fakülte, bir yabancı diller yüksekokulu ve fen bilimleri ile sosyal bilimler enstitüleri olmak üzere iki enstitü bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk-Alman Üniversitesinin ülkemiz ve gençlerimiz için hayırlı olmasını ve Türkiye ile Almanya arasındaki sosyal ve kültürel bağların pekiştirilmesine katkıda bulunmasını diliyor, bu üniversitenin kurulması yolunda emeği geçen herkese şükranlarımı ve sizlere de en derin saygılarımı sunuyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Ünal.

Şahsı adına, Kırklareli Milletvekili Sayın Turgut Dibek... Yok.

Soru-cevap bölümüne geçiyoruz.

Daha önce Sayın Paksoy, Sayın Öztürk, Sayın Süner, Sayın Tankut, Sayın Yıldız ve Sayın Köse sisteme girmişlerdi, eğer tekrar girerlerse soru-cevap işleminde onlara öncelik tanıyacağım.

Soru-cevap işlemi bu bölümde on dakikadır.

Sayın Paksoy, buyurunuz.

MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Almanya’da 4 milyonun üzerinde Türk yaşamaktadır. Dış ilişkilerde mütekabiliyet esastır. Biz Hükûmetimize Alman lisesi, şimdi de Alman üniversitesi açma iznini veriyoruz. Biz Alman Hükûmetine Türk lisesi açılmasını teklif ettiğimizde lütfen kabul ettiklerini de gazete haberlerinden öğreniyoruz. Size göre bu bir mütekabiliyet midir? Biz Almanya’da bir üniversite açılmasını talep etseydik kabul edilebilir miydi?

İkinci sorum: Hâlen Türkiye’de kaç yabancı ortaöğretim ve yükseköğretim veren okul bulunmaktadır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Paksoy.

Sayın Yıldız…

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu Türk-Alman Üniversitesiyle ilgili Sayın Başbakan birkaç gün evvel “Beykoz’da 120 dönümlük güzel fidanlık yeri veriyoruz.” dedi. Bunun daha yasa Meclisten geçmeden nasıl verildiği, hangi kurullarda, hangi komisyonlarda bu fidanlık alanla ilgili -ki bu fidanlık alanın verilmesi Boğaz’ın imara da açılması anlamına gelmektedir- bu karar nerede alındı, nasıl alındı, doğru mudur? Bundan sonra, bu karardan sonra, eğer verilirse Boğaz’ın o kesimleri imara açılacak mıdır?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldız.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakana sormak istediğim konu, öğrenci kredileri genel manada düşük oranda görünüyor. Önümüzdeki dönemle ilgili olarak öğrenci kredilerini artırmayı düşünüyor musunuz?

İkinci sorum olarak, öğrenci kredilerinin dönüşlerinde de, yani geri ödemelerinde çok büyük sıkıntılar vardır. Ülkemizde özellikle işsizliğin olmasından  dolayı okullarını bitiren çocuklarımız bir işe giremiyorlar. Dolayısıyla da bu kredileri hemen ödemeleri gerekiyor. Askerlik falan da işin içerisine girince -erkek öğrencilerimiz için- ödemekte büyük sıkıntılar yaşanıyor. Bu manada öğrenci kredilerinin geri ödenmesiyle ilgili veyahut da faizlerinin silinmesiyle ilgili önümüzdeki dönemle ilgili bir çalışma yapılacak mıdır?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Doğru.

Sayın Sakık…

SIRRI SAKIK (Muş) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Şimdi, Sayın Bakanıma buradan iletmek istiyorum: Eğitim-Sen 28 Mart 2010 tarihinde Muş’ta bir seminer düzenliyor. Mardin Üniversitesinde “Kürt Dili Edebiyatı” adı altında bir akademi açılıyor. Buradan Yardımcı Doçent Doktor Selim Temo Muş’a davet ediliyor. Burada yapılan bir toplantıda, izin verildiği hâlde, Vali sonradan, izin verenlerle ilgili bir soruşturma açıyor. Yani devletin bünyesinde olan bir birimden burada bir seminer verildiği için Vali tarafından… Sözüm ona bir de bir açılımdan bahsediliyor. Bu konuda acaba Sayın Muş Valisiyle ilgili bir işlem yapılacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.

Sayın Nalcı…

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, bu üniversiteleri, zaten sıkışmış olan İstanbul’dan vermek yerine, yan illerde -yani Tekirdağ, Edirne, Kırklareli- kurulmasını teşvik etmek daha doğru değil mi? Zaten nüfus olarak yoğunlaşmış olan İstanbul’a artı yük getireceğini düşünmüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Nalcı.

Sayın Asil…

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, karşılıklılık ilkesi çerçevesinde Türkiye’de kurulması öngörülen üniversitenin muadilinin de Almanya’da kurulması gerektiği konusu hem Genel Kurul hem de komisyon çalışmaları esnasında ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç ortada iken Sayın Almanya Başbakanının ülkemizi ziyaretinde bu konu niçin gündeme getirilmemiştir? Bu konuda düşünceleriniz nedir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Asil.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Paksoy’un ve Sayın Asil’in soruları birbirinin benzeri olduğu için ikisine birlikte cevap vereceğim. Özellikle en fazla konuşmalarda da yer verilen ve soru-cevap bölümünde de konu olan en önemli konu bu üniversitenin mütekabiliyet esası çerçevesi içerisinde kurulup kurulmayacağı ve Almanya’da da bir üniversitenin, Türk üniversitesinin kurulması meselesiydi.

Doğrusunu isterseniz -daha önce de defalarca vurguladım- Türkiye’de kurulan Galatasaray Üniversitesi de Türk Alman Üniversitesiyle aynı şartlarda ve aynı hükümler çerçevesinde kurulmuştur. Her şeyden önce kurulan bu üniversiteler Türkiye’de kurulan birer devlet üniversiteleridir. Dolayısıyla, Türkiye’de kurulan devlet üniversiteleri Türk üniversite sisteminin bir kazancıdır. Biz bu çerçevede görüyoruz. Elbette ki, Almanya’da da bir Türk üniversitesinin kurulması, Almanya’da ortaöğretim kurumlarının kurulması bir gerekliliktir. Bu konuda girişimlerde bulunulabilir ama şu anda kontenjan baskısı altında, yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin yükseköğrenim talebinde bulunduğu bir ülkede, kendi ülkemizde bir devlet üniversitesi olarak kurulan üniversitenin, uluslararası hukuk bağlamında mütekabiliyet çerçevesinde değerlendirilmesi mümkün görülmüyor. Dolayısıyla, bu çerçevede, bunu bir uluslararası anlaşma ve bir mütekabiliyet çerçevesinde değil, tam tersine Türkiye'de kurulacak bir devlet, Türk devlet üniversitesi olarak düşünmek gerekir.

Tabii, Almanya’yla bu üniversitenin ortak kurulmasının nedeni, Almanya’nın özellikle öğretim görevlisi desteği vermesi, sektörel anlamda kuruluşların destek vermesi şeklinde cereyan ediyor. Bu üniversite bizim üniversitemiz, bu üniversitede okuyacak öğrenciler de bizim öğrencilerimiz, bu ülkenin öğrencileri olacak.

Aynı zamanda üniversiteye tahsis edilen arsayla ilgili bir soru geldi. Gerçekten de bunu bir kez daha vurguluyorum, bu üniversite bir Türk üniversitesi, Türkiye'de kurulan bir devlet üniversitesi. Devlet üniversitelerine yönelik çerçeve çizdiğimiz zaman, devlet kurduğu bütün üniversitelere bir arsa tahsisi yapıyor ve Beykoz’da tahsisi düşünülen arazi  -bu konuda yazışmalar devam ediyor, üniversite kurulmadan da, kurulma safhasında da bunlar gerçekleşebilir- burası Tarım Bakanlığına ait bir fidanlık ve Boğaziçi İmar Kanunu’na aykırı olmadığı gibi imara açık yerlerde bunun düzenlenmesi söz konusu. Ayrıca, imara açık olmayan, Boğaziçi İmar Kanunu’yla korunan bir yere imar izni vermek ve imar oluşturmak, imara açmak gibi bir niyetimiz yok; orada zaten bu mümkün.

Sayın Reşat Doğru’nun sorduğu sorular, öğrenci kredilerine yönelik olarak ve kredilerin geri dönüşüne yönelik olarak sorular… Bildiğiniz gibi bu yeni dönemde öğrenim kredileri ve yurtlara ilişkin Genel Müdürlük Devlet Bakanlığına bağlandı, Devlet Bakanımız sorumludur. Bu soruyu Bakanlığımın görev alanına giren bir husus olmadığı için cevaplandırmayacağım.

Sayın Sırrı Sakık’ın sorusu, Mardin Üniversitesi tarafından Muş’ta düzenlenen bir toplantıya Mardin Üniversitesinden katılımla ilgili. Doğrusu burada haberdar olduğum bir konu, bakacağım ve değerlendireceğim.

Bir diğer soru, İstanbul’da sıkışan üniversiteler. Gerçekten bir yanıyla baktığımız zaman İstanbul’da çok fazla üniversite varmış gibi gözükebilir, ama kurulan üniversitelerin, özellikle devlet üniversitelerinin birçoğunun geçmişi çok eski. Yükseköğrenim talebi açısından da büyüme açısından da büyük bir metropol kentimiz ve yükseköğrenim taleplerinin en yoğun olduğu şehirlerin başında İstanbul geliyor. Bu Türk-Alman Üniversitesinden sonra da Bakanlar Kurulu kararı olarak açıklanan, yakında Meclis Komisyonlarına ve Genel Kurula getirmeyi düşündüğümüz 7 devlet üniversitesi daha kuruyoruz ve bu üniversitelerden 1’i tekrar İstanbul’da kuruluyor. Bunun nedeni, yükseköğrenim talebinin doğduğu şehirlerin yükseköğrenim talebi doğrultusunda oluşturulması ve şekillendirilmesidir.

Kastınız, üniversitelerin özellikle Anadolu’ya yayılması ve yaygınlaştırılması, özellikle İstanbul’a yakın Trakya’ya yaygınlaştırılması yönündeydi. Hepinizin de bildiği gibi, her ile bir üniversite kurulması ve aslında Anadolu’yu da birer üniversite şehrine dönüştürme projemiz de kendi çerçevesi içerisinde farklı bir mecrada bir konu olduğu için de ilerlemekte olan bir konu diye düşünüyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Sayın Başkan, Tekirdağ, İstanbul’a 60 kilometre.

BAŞKAN – Zamanımız var. Sayın İnce, sisteme girmişsiniz, size de en son bir soru hakkı veriyorum.

Buyurun.

MUHARREM İNCE (Yalova) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakana şunu sormak istiyorum: İki gündür gazetelerde Gaziantep İl Millî Eğitim Müdürünün açıklamaları var. Eğer yanılmıyorsam, söz konusu müdür 2004’te emekli olmuş, 2009’da tekrar işe başlamış ve 2009’un 9’uncu ayından bu yana emekli maaşı alıyor. Kadrosu nerede? Bu nasıl oluyor? Bu meşhur Millî Eğitim Müdürünün Sayın Başbakanın oğlunun öğretmeni olduğu doğru mudur?

Ayrıntılarıyla bunu açıklarsa Sayın Bakan çok memnun olurum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) - Ben de teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

Bilindiği üzere, emekli olduktan sonra göreve dönüş için, şartlar, kararnameli bir görev olması durumunda döner. Şu anda Gaziantep İl Millî Eğitim Müdürümüzün kadrosu Bakanlık müşavirliği kadrosundadır.

Sayın Başbakanımızın oğlunun öğretmeni olması tamamen bir tesadüftür. Onun öğretmeni olduğu gibi sayısız, belki binlerce öğrencinin öğretmeni olmuştur. Bugün basına yansıyan Gaziantep İl Millî Eğitim Müdürümüzün açıklamaları çerçevesinde bu soru sorulduysa eğer, tabii bir il millî eğitim müdürüne bu konuşmaları, bu açıklamaları yakıştırmamız mümkün değil. Kendisini bugün itibarıyla görevden alıyoruz, bunun bilgisini Genel Kurulla paylaşmak istedim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Soru-cevap süremiz doldu.

Sayın milletvekilleri, şimdi önerge işlemine geçiyoruz.

Madde üzerinde üç önerge vardır, önergeleri önce geliş sırasına okutacağım, sonra aykırılık sırasına göre de işleme alacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesine eklenen Ek Madde 118’in ikinci fıkrasına (d) bendinden sonra gelmek üzere “e) Eğitim Bilimleri Fakültesinden,” bendinin eklenmesini ve bentlerin teselsülünü arz ve talep ederiz.

                       

Ayla Akat Ata

Hasip Kaplan

Akın Birdal

 

 

Batman

Şırnak

Diyarbakır

 

Özdal Üçer

M. Nezir Karabaş

Pervin Buldan

 

Van

Bitlis

Iğdır

T.B.M.M Başkanlığına

Görüşülmekte olan 486 Sıra Sayılı Yasa tasarısının 1. maddesinin sonuna (h) “Yabancı Diller Enstitüsünden” bendinin ilave edilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Rahmi Güner

Turgut Dibek

 

 

Malatya

Ordu

Kırklareli

 

 

Osman Kaptan

 

Orhan Ziya Diren

 

 

Antalya

 

Tokat

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

486 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 1. maddesinin Türk-Alman Üniversitesi başlıklı ek 118. maddesinin (d) bendinden sonra gelmek üzere Güzel Sanatlar Fakültesi ibaresinin getirilmesi diğer bentlerin buna göre düzenlenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Beytullah Asil

Hasan Çalış

Akif Akkuş

 

Eskişehir

Karaman

Mersin

 

Hüseyin Yıldız

 

Cemaleddin Uslu

 

Antalya

 

Edirne

BAŞKAN – Komisyon, okuttuğum bu son önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

Buyurunuz Sayın Asil. (MHP sıralarından alkışlar)

BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının 1’inci maddesinde, kurulacak olan mühendislik fakültesi, fen fakültesi, hukuk fakültesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi, kültür ve sosyal bilimler fakültesinin yanında bir de güzel sanatlar fakültesinin kurulması doğrultusunda bir önerge verdik. Bu önergenin gerekçelerini yüce heyetinize arz etmek için söz aldım. Yüce heyeti saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, anlaşmanın, Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Türkiye'de Bir Türk-Alman Üniversitesi Kurulmasına Dair Anlaşma’nın başlangıcında “Yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında her iki ülke arasındaki ikili iş birliğini geliştirmek ve Türkiye ile Almanya’daki yükseköğrenim sistemlerini karşılıklı olarak zenginleştirmek amacıyla İstanbul’da bir Türk-Alman Üniversitesinin kurulması ile ilgili bu anlaşma imzalanmıştır.” diyor.

Yine, Alman tarafının yükümlülüklerine baktığımızda, Alman tarafı danışmanlık ve finansal katkılarla Türk-Alman Üniversitesinin yapılandırılmasına ve işletilmesine destek verecektir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu noktada Almanya’da güzel sanatlar dalında ülkemize, ülke yükseköğrenim sistemine çok büyük katkılar yapılabileceği kanaatiyle, ülkemizde, bu Alman Federal Cumhuriyeti ile yapılan anlaşma çerçevesinde bir de güzel sanatlar fakültesinin kurulması noktasında bu önergenin işleme alınması ve yüce heyetiniz tarafından kabul görmesi en büyük arzumuzdur.

Değerli arkadaşlarım, tabii, şimdi bu noktada, karşılıklılık ilkesi çerçevesinde gerek Komisyon çalışmaları esnasında gerek Genel Kurulda konuşmacıların şu bölüme kadar yaptıkları konuşmalar üzerinden hareket ettiğimizde böyle bir ihtiyacın, Almanya’da da bir Türk-Alman Üniversitesinin kurulması ihtiyacının doğduğu anlaşılmaktadır. Bu, gerek Komisyon çalışmalarında gerek Genel Kurul çalışmalarında sadece muhalefet milletvekilleri tarafından dile getirilen bir husus da değildir. İktidar milletvekili arkadaşlarımız tarafından da bu husus dile getirilmiştir.

Orada 4,5 milyon civarında vatandaşımız yaşamaktadır. Bu ihtiyaç nedeniyle, ifadelerimiz, Sayın Bakana sorularımız bu çerçevede cereyan etmiştir. Şimdi, bu konuda, Almanya Başbakanının ülkemizi ziyareti esnasında, sadece orada kurulacak Türk liseleri değil, aynı zamanda bir üniversitenin kurulması noktasında da bir anlaşma yapılması hususunun dile getirilmesini gönül arzu etmişti. O nedenle bu arzumuzu, bu isteğimizi, sadece bizim isteğimiz de değil, yapılan konuşmalardan ortaya çıktığı gibi bütün Genel Kurulun isteğini… Bu doğrultuda Hükûmeti, Sayın Millî Eğitim Bakanını, Sayın Dışişleri Bakanlığımızı harekete geçirme, bu ihtiyacı Alman makamlarıyla paylaşma noktasında sık sık dile getirme arzusu taşıyoruz.

Ben, önergemizin kabulü hususunda oy kullanmanızı istirham ediyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Asil.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

T.B.M.M Başkanlığına

Görüşülmekte olan 486 Sıra Sayılı Yasa tasarısının 1. maddesinin sonuna (h) “Yabancı Diller Enstitüsünden” bendinin ilave edilmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

                                                                        Ferit Mevlüt Aslanoğlu (Malatya) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak bu konuda?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sacid Yıldız konuşacak.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Yıldız.

SACİD YILDIZ (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, görüşülmekte olan 486 sıra sayılı Yasa Tasarısı’nın 1’inci maddesinin sonuna “yabancı diller enstitüsü”nün eklenmesini öneriyoruz. Gerçi yabancı diller yüksekokulu var ama bu Türk-Alman Üniversitesi olduğu için burada yabancı dillerin ayrıca önemi var, böyle bir enstitünün de eklenmesini önemli görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, şimdi görüşmekte olduğumuz 486 sıra sayılı Türk-Alman Üniversitesiyle ilgili tasarı sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüştür. Son zamanlarda nedense, ilgili tasarılar, tali de olsa komisyonlarda görüşülmeden Genel Kurula indirilmektedir. Bu tasarı da çok önemli olduğu için Millî Eğitim, Kültür, Gençlik, Spor Komisyonunda görüşülmeden buraya getirilmiştir. Aynı zamanda bu tasarının Dışişleri Komisyonunda da görüşülmesi gerekir çünkü Türk-Alman ilişkilerini de ilgilendiren bir tasarıydı fakat her nedense sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüştür, bu iki komisyonda tartışılmadan buraya getirilmiştir, olgunlaşmamıştır. O nedenle, MHP’nin de bizim de muhalefet şerhlerimiz vardır değerli milletvekilleri.

Son zamanlarda, mesela bir Tam Gün Yasası geldi. Tam Gün Yasası sadece Sağlık Komisyonunda görüşüldü. Çok önemli olmasına rağmen, Millî Eğitim Komisyonunda görüşülmedi, tüm üniversitelere tam gün getiren bir yasaydı. Gülhane Askerî Tıp Akademisine tam gün getiren bir yasaydı, orada da görüşülmedi. Son zamanlarda bu ilgili komisyonlarda görüşülmemesi alışkanlık hâline getirilmiştir değerli milletvekilleri.

Bu görüşmekte olduğumuz yasa tasarısıyla üniversitelerimizin sayısı çok artmaktadır. Hâlen 45 tane vakıf üniversitesi var, 94 tane devlet üniversitesi var. Bu Türk-Alman Üniversitesi de… Çok eskilere dayanmakta bunun geçmişi. Önümüzdeki haftalarda da 5 tane daha vakıf üniversitesi gelecek, yani, üniversitelerin sayısı 150 veya 150’yi geçecek.

Bu kadar üniversite açıyoruz ama hiçbirisinde altyapı yok değerli milletvekilleri. Altyapı yok ve üniversiteyi bitirenlerde de istihdam sağlayamıyoruz. Bu açıdan bunu dikkatlerinize sunuyorum. Daha geçtiğimiz haftalarda Muğla Üniversitesinde -dün Sayın Arat da söyledi- Tıp Fakültesi açıldı, dekan feryat ediyordu “İki senedir boş duruyoruz, kadrolarımız verilmedi.” diye. Daha birkaç ay önce  yine Sakarya Tıp Fakültesi açılmıştı, Sakarya Tıp Fakültesinde 1 tane dekan var, öğrencileri Kocaeli Tıp Fakültesinde öğrenim görüyor ve bunlara da bir kadro verilmedi. Yani bunlar feryat ediyorlar. Verilse ne olacak? Türkiye’de şimdi 70 civarında tıp fakültesi var, bunların 65 kadarı faaliyette, buradan, faaliyette olanlardan mezun olanlara da yeterli hizmet verilemiyor. Daha Ankara’nın göbeğinde Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu bir arkadaşımız, Antalya Tıp Fakültesi mezunu bir arkadaşımız, iyi eğitim alamadıklarından, kendi arkadaşlarına anne-babalarını hastalandıklarında teslim edemediklerini, edemeyeceklerini söylüyorlardı, dile getiriyorlardı değerli arkadaşlar. Bunları da dikkatinize sunuyorum.

Bu üniversitelerde de, Türk-Alman Üniversitesinde daha burada görüşülmeden, işte Başbakan açıkladı, biraz evvel de Sayın Bakan söyledi, “Beykoz’da güzel bir fidanlık alanı tahsis ettik.” dedi. Bu nasıl tahsis edildi, tatmin olmadım ben. Bu Türk-Alman Üniversitesinde Beykoz’daki alandan daha uygun alanlar, mesela Silivri Belediyesi iki tane alan gösterdi, biri yaklaşık 600 dönüm, diğeri 300 dönüm, bunlar kabul edilmedi. Çatalca Belediyesi de -ki bu Çatalca sınırları içinde kurulması öngörülmüştü on beş sene evvel ama her nedense o zaman başka pürüzler çıktı Sayın Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığı döneminde- Çatalca’da 400 dönüm araziyi tahsis etti  ve bu arazi hâlâ Çatalca Belediyesinde Millî Park ve Bahçelere ait olarak kullanılmakta. Bunlar daha uygun olduğu hâlde acaba Cumhuriyet Halk Partisi belediyelerine ait olduğu için mi Çatalca ve Silivri’ye verilmedi? Gene, Sarıyer  Belediyesi de bu üniversite arazisine sahip çıktı, buraya da verilmedi değerli milletvekilleri. Bu açıdan  bu  altyapı,  yurt  sorunları var.  Her  konuşmamızda  söylüyoruz,  yurt,  kütüphane, sağlık tesisleri, yol, bunlar olmadan sürekli üniversite açıyoruz. “Her ile bir üniversite” diyoruz ama o ilin sosyal şartları uygun olmadığı takdirde, o ilde öğrencilerin eğitimlerine katkıda bulunacak yan kuruluşlar -tiyatro, sinema, diğer konferans alanları gibi- olmadığı sürece bunlardan sonuç alınmıyor. Biraz evvel örneğini verdiğim gibi, gelişmiş olan yerlerde, Sakarya’da, Muğla’da bile bunlar ilerleyemiyor, hâlâ kadro sıkıntısı çekiyorlar, eğitim sıkıntısı çekiyorlar değerli milletvekilleri.

Bu Türk-Alman Üniversitesinde de -sonunda, kurulduktan sonra- bizim öğretim üyesi havuzumuzdan öğretim üyeleri çıkacak. Zaten üniversiteler sıkıntı çekmekte, öğretim üyesi sıkıntısı çekmekte, üniversitelerde…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

SACİD YILDIZ (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

…özellikle tıp fakültesi olan üniversitelerde hastanelerin döner sermayesi dolayısıyla, üniversitelerin döner sermayesi güç günler geçirmekte, Tam Gün Yasası’ndan sonra daha da kötü olacak. Hâlâ kamunun üniversite hastanelerine 1,1 milyar liralık borcu var değerli arkadaşlar ve bu nedenle üniversite hastanelerinin medikal firmalara -bu, basına da yansıdı, İstanbul Ticaret Odası Başkanı da feryat etti- binlerce lira, milyonlarca lira borçları var. Bu normalde döndürülmüyor. Bu üniversiteleri açarken sadece sayıya bakıyoruz, “140’tı, 150’ydi” diyoruz ama bunların nitelikleri, buradan yetişecek öğrencilerin niteliği, kalitesi, burada yetişecek öğretim üyelerinin niteliğini hiç değerlendirmiyoruz.

Bu düşüncelerle ve önergemize destek vereceğiniz umuduyla hepinize saygılarımı sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Yıldız.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler…

ENGİN ALTAY (Sinop) – Sayılsın Başkanım, sayılsın.

BAŞKAN – Sayalım.

BEKİR BOZDAĞ (Yozgat) – Efendim, elektronik yapılsın, iki dakika süre verin. Sayıda sorun yok.

BAŞKAN - Elektronik yapalım.

İki dakika süre veriyorum.

Oylamayı elektronik cihazla tekrarlıyorum.

(Elektronik cihazla oylama yapıldı)

BAŞKAN – Önerge reddedilmiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı kanun tasarısının 1. maddesine eklenen Ek Madde 118’in ikinci fıkrasına (d) bendinden sonra gelmek üzere “e) Eğitim Bilimleri Fakültesinden,” bendinin eklenmesini ve bentlerin teselsülünü arz ve talep ederiz.

                                                                                        Ayla Akat Ata (Batman) ve arkadaşları  

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Kim konuşacak?

Sayın Üçer, buyurunuz.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Değerli Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; görüşülmekte olan yasa tasarısının 1’inci maddesiyle ilgili değişiklik önergemiz üzerine konuşmak için söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi en derin içtenliklerle, büyük bir saygıyla selamlarım.

Aslında “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla açılacak üniversiteyle ilgili ve üniversite sorunlarıyla ilgili grubumuz adına söylenecek çok şey vardır. Değişik maddelerle ilgili aldığımız söz talepleriyle beraber bunları dile getireceğiz. Bu değişiklik önergemizin sebebi, eğitim fakültesinin son dönemde yükseköğretim kurumları bünyesinde açılan yeni üniversitelerde gereksiz kurumlarmış gibi lanse edilmesi ve birçok daha ileriki yasa tekliflerinde de göreceksiniz, eğitim fakültelerinin olmadığını... Sebebine gelince, bildiğiniz üzere, Türkiye’de çok sayıda eğitim fakültesi mezunu olup öğretmenlik yapmayı haiz insanların işsiz olması; bu işsizlik ordusunun, işsiz öğretmenler ordusunun sanki Türkiye’de kurulacak yeni üniversitelerde eğitim fakültelerinin olmamasının gerekçesiymiş gibi gösterilmesi yanlış bir zihniyettir. Nihayetinde “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla kurulacak üniversite bünyesinde eğitim fakültelerine ihtiyaç vardır çünkü bu kanunun temel gerekçelerinden bir tanesi, Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın eğitim ihtiyaçlarını da gidermektir. Eğitim ihtiyaçları kimlerle giderilir? Öğretmenlerle giderilir. Siz eğitim ihtiyaçlarını giderecek en temel öge olan öğretmenlik olgusunu bir kenara bırakıp farklı bir oluşuma giderseniz burada yanılgılı bir sonuç ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin geneli itibarıyla da öğretmen işsizlerin çok sayıda olmasının sebebi öğretmenlik mesleğine ihtiyaç olmayışı değildir. Öğretmen açığı, okullarda, şu an eğitim vermekte olan eğitim kurumlarındaki öğretmen açığı mevcut işsiz öğretmen sayısından fazladır. Neden, öğretmen açığını kapatmaya dönük bir tedbir alınmaya gidilmiyor? Neden ataması yapılmamış öğretmenlerin ataması yapılmıyor ve bu konuda eğitim sorunlarının en büyük önceliği olan eğitim kadrosunun sorunları giderilmiyor da eğitim fakültelerinin sayısı azaltılmaya çalışılıyor? Bu, aslında garip meraklar oluşturmaktadır.

Şöyle bir durum da söz konusudur: Öğretmenlik mesleğini yapmayı haiz insanların büyük bir çoğunluğu kendi mesleğinde iş bulmadığı için değişik meslek gruplarında iş buluyor. Mesela güvenlik kurumlarında, mesela uzman çavuşluk başvurusunda bulunuyorlar, astsubaylık başvurusunda bulunuyorlar, mesela polislik başvurusunda bulunuyorlar. Elbette ki bu kurumlarımızın personel ihtiyaçlarının giderilmesi de gerekmektedir ama kendi alanıyla ilgili görev yapabilme şansı varken ve Maliye Bakanlığının ödenek yokluğu gerekçisiyle atamadığı öğretmenlerin salt bir işim olsun gerekçesiyle güvenlik kurumlarına yönelmesi ve güvenlik kurumlarında görevlendirilirken herhangi bir mali zorluğun olmayışı öğretmenlik mesleğinin onuru açısından zedeleyici bir durum yaratmaktadır. Ben de bir öğretmen olarak, ataması yapılmamış bütün öğretmen arkadaşlarımızın sorunlarının giderilmesi, ki ataması yapılmış olan öğretmenlerimizin de sorunlarının giderilmesi konusunda Hükûmetin gerekli tedbirleri alması gerektiğini düşünmekteyim ki, alınmazsa, eğitim kadrosunun, inanın Hükûmet partisine oy vermiş eğitim kadrosunun bile önünüze gelecek ilk seçim sandığında Hükûmete kendi tepkisini bildireceğini düşünmekteyim.

Hangi partiye oy vermiş olursa olsun, hangi siyasi düşüncede olursa olsun mesleki onuru açısından öğretmenlerin sorunlarının tartışılması ve çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Kamu görevlisi öğretmen arkadaşlarımızın sorunları ortaktır ve bu sorunlarının giderilmesi aciliyet arz etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Bu konuda bütün siyasi partilerin ortak duyarlılık, ortak eşit düzeyde duyarlılık içinde olması gerekmektedir. Kaldı ki bir ülkenin eğitim sorunu çözülmeden hiçbir sorununun çözülmeyeceğini her platformda hemen herkes dile getirir. Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın eğitim sorunlarını da ifade ederken kendi dilinde okuyan, sadece Almanya’da Türk olan yurttaşlarımız değil, Kürt olan yurttaşlarımız Türkiye’deki yasal düzenlemelerin sorununu yaşıyor. Örneğin, bir yurttaşımız çocuğuna tamamen edebî anlamı olan, hiçbir siyasal içeriği olmayan “...” (*) ismini verdi diye orada bile çocuğunun ismini yazdıramıyor. Bu konuda bile gereken şeyleri yapmak sorumluluğumuz vardır. “...” (*) şu anlama gelmektedir: Gam kaçıran, gönül dinlendiren anlamına gelmektedir.

Hiçbir gamınız olmasın ve hepinizin gönlü dinlensin temennimi iletiyorum, saygılarımla Genel Kurulu selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Üçer.

Önergeyi oylarınıza...

                      

(*) Bu bölümlerde, Hatip tarafından Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.

III.- Y O K L A M A

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, oylamadan evvel yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim: Sayın Anadol, Sayın Dibek, Sayın İnce, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Barış, Sayın Tütüncü, Sayın Paçarız, Sayın Erbatur, Sayın Keleş, Sayın Bingöl, Sayın Süner, Sayın Yıldız, Sayın Arat, Sayın Ağyüz, Sayın Coşkuner, Sayın Ünsal, Sayın Köktürk, Sayın Kesici, Sayın Diren.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın Atilla Koç? Burada.

Sayın Eyüp Ayar? Burada.

Sayın Abdülhadi Kahya? Burada.

Toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

1’inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 1’inci madde kabul edilmiştir.

Diğer maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 12- Yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (I) sayılı listede yer alan öğretim elemanlarına ait kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvellere, ilgili üniversite bölümü olarak eklenmiştir.”

BAŞKAN - Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Beytullah Asil. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Asil.

MHP GRUBU ADINA BEYTULLAH ASİL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuşmamda, konunun kamuoyunda nasıl algılandığını ifade için birkaç köşe yazısından alıntı yapmak istiyorum.

“Merkel kestirdi attı ‘Almanya’da Türk okulu olmaz.’ Dün bir gazetede ifade edildiği gibi bu tavır uygun bir tavır değil. Bunu söylerken Almanya’da milyonlarca Türk olduğunu göz ardı ediyordu. ‘Göz ardı’ demeyelim de Merkel`e göre oradaki Türklerin Almanlaşması gerekiyor. Bir tür asimilasyondan bahsediyor. Bu asimilasyonun adına ‘uyum’ diyor Almanlar! İyi ama Almanya Türkiye’deki liselerinden sonra bir de üniversite açacak. Beykoz’da açılacak üniversite için son aşamaya gelindi. Üstüne üstlük bir de Türk liselerinde Almanca yabancı dil eğitimi de veriliyor. Almanca dünyada çok geçerli bir dil değil ki çocuklarımıza Almanca öğretiyoruz.” diyerek devam ediyor, “Şimdi gelelim Almanya’daki okulların durumuna: Almanya’da okullar sınıf esasına göre düzenlenmiş. Dördüncü ve altıncı sınıftan sonra öğrenciler farklı okul türlerine ayrılıyor. Orta ve üst sınıf çocukları ‘gymnasium’ denen ve mezunlarına yüksekokul kapısı açan okullara gidiyor. Almanya’da alt sınıftan çocuklar da ‘hauptchule’ denilen okullara gidiyor ki bu okulların hâli içler acısı. Türk çocukları da daha çok bu okullara gidiyor. Burada okuyan Türk öğrenciler ne Almancayı ne de Türkçeyi tam öğrenebiliyor.”

Bir başka köşe yazısında: “İkinci Dünya Harbi’nden mahvolmuş vaziyette çıkan Almanya’yı mamur eden esas güç Türk işçisinin büyük fedakârlığıdır. Milyonlarca Türk, Alman sokaklarında, iş yerlerinde gençliklerini bıraktılar. Türkiye'nin bu yaptıkları hiç karşılığını görmedi. Bugün de Türk milleti Almanya’yı yabancı bir ülke gibi görmez. Avrupa Birliğine girme sürecinde en büyük destekçimiz Almanya olması gerekirdi, aksi oldu. Hep Türkiye’yi kösteklediler, onu rakip gibi gördüler. Terörle mücadelemize bile destek olmadılar.

Bugün Türkler Almanya’da dinamizmin adıdır. Bunlardan en önemlisi bilhassa üçüncü nesildir. Onlardan bazısı orta yerde kalmıştır. Türkiye o insanları orada böylece bırakamaz. Yaşadıkları ülkeyi, kültürünü tanıyacaklar fakat köklerinden de kopmayacaklar. Bu da iyi eğitim görmeleri, kendileriyle barışık yaşamaları, ailelerin parçalanmaması, nesiller arasında uçurumlar doğmamasıyla mümkün. Türk lisesi tek çare değildir ama önemli bir denge aracıdır. Almanları, Türklerin kendilerini sevdiği kadar Türkleri sevmeye de çağırıyoruz.”

Yine bir başka yazıda: “Bu okullar, Almancanın da öğretildiği ama Türk kökenli genç Türklerin kendi dillerini yarım yamalak değil, düzgün konuşup, kendi kültürlerini kulaktan duyma değil, doğru düzgün öğrenecekleri, aynı zamanda yaşadıkları ülkeye de uyum sağlamalarını kolaylaştıracakları bir eğitim verecek.”

Değerli arkadaşlarım bunları sizlere niçin naklettim? Hem az önceki konuşmamda, gerek Komisyon üyelerinin gerekse Genel Kurulun Almanya’da böyle bir Türk üniversitesinin kurulması noktasında ortak düşüncesinin olduğunu, böyle bir ihtiyacı dile getirdiğini; hem de bu konuşmamda kamuoyunda da böyle bir ihtiyacın algılandığını ifade etmek için bu yazılardan alıntılar yaptım.

Değerli arkadaşlarım, orada Türk gençlerinin sıkıntıları bir hayli fazla ama bugün aynı sıkıntılar maalesef ülkemizde de yaşanmakta. Sizlere ülke eğitiminden birkaç paragraf okumak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün ülkemizde on beş-yirmi dört yaşları arasında yaklaşık 12,8 milyon genç yaşıyor. Bu da genel nüfusun yüzde 18’ine tekabül ediyor. Gençlik, ülkemiz için kuşkusuz çok güçlü bir potansiyeli temsil ediyor, hele gerek ekonomik gerekse sosyal ilişkilerimizin en yoğun olduğu Avrupa devletlerinde nüfus hızla yaşlanırken. Ancak bu potansiyelin gelişimi için yeterli çaba gösteriyor muyuz? Keşke bu soruya “evet” cevabını verebilseydim.

On beş-yirmi dört yaş arası 12,8 milyon genç insandan yüzde 30’u okula gidiyor, yüzde 30’u çalışıyor, yüzde 40’ı, bir başka deyişle 5,1 milyon genç atıl durumda, ne çalışıyor ne okula gidiyor. Yirmi beş-kırk dört yaş grubu çalışma çağındaki 24,2 milyon nüfusun yüzde 6,5’i maalesef okuma yazma bilmiyor, yüzde 2,6’sı okul bitirmemiş, yüzde 48,3’ü ilkokul mezunu, yüzde 10,8’i ortaokul ve dengi mezunu, yüzde 22,6’sı lise ve dengi okul mezunu, yirmi beş-kırk dört yaş arası grubun ancak yüzde 10,2’si de üniversite mezunu.

Değerli arkadaşlarım, hâl böyle iken, bugün varlığıyla övündüğümüz genç nüfusumuzun güçlü bir potansiyeli temsil ettiğini, ülkemize gerek ekonomik gerekse sosyal alanda yüksek katkı verebileceğini söylemek mümkün mü? O nedenle ben buradan bir kez daha Hükûmeti ve iktidar partisi milletvekili arkadaşlarımı ülkenin gerçek gündemine dönmeye davet ediyorum. İşte, gençlerin hâlini arz ettim.

Değerli arkadaşlarım, yine, dünkü gazeteden bir haber başlığı: “Yedieminler hacizli mallarla tıka basa doldu. Borcunu ödemeyenlerin sayısı patladı. Avukatlar yer yokluğundan hacze gidemiyor. Borçlarını ödeyemeyenlerin sayısında ilk sırada kredi kartı borçları var. Haczedilen eşya miktarı geçen yıla göre 5 kat arttı.” Değerli arkadaşlarım, işte ülkenin gerçek gündemi bu. Ülkenin gerçek gündemi işsizlik, ülkenin gerçek gündemi yoksulluk, ülkenin gerçek gündemi yolsuzluk.

Yine, iş dünyası talepte bulunuyor Türkiye Büyük Millet Meclisinden, diyor ki: “Rifat Hisarcıklıoğlu, ekonomide toparlanmanın hızlanması amacıyla gerekli yasal düzenlemelere ilişkin önerilerini iletiyor. Bu düzenlemeleri, Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile ticari sır ve kişisel suçlara ilişkin tasarılar olarak sıraladı.” İşte ülkenin gerçek gündemi bu.

Değerli arkadaşlarım, gerek Türk Ticaret Kanunu’nu gerekse Borçlar Kanunu’nu Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdik. Orada çok yeni düzenlemeler var; Türk ticaret hayatında, Borçlar Kanunu’nda, önemli eksiklikleri olmasına rağmen onları Genel Kurul aşamasında dile getirdik, getirmeye de devam edeceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

BEYTULLAH ASİL (Devamla) – Ancak önemli yenilikler içermekte. Ülke gündemine geldi, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine geldi. İş dünyası işlerini düzenlerken, yeni ticaret kanununa, borçlar kanununa göre uydurmak istiyor; iş kuracaklar beklemede, iş yerini kapatacaklar beklemede. Bu sıkıntıların bir an önce ortadan kalması lazım.

O nedenle, ben burada bir kez daha ülkeyi gerçek gündemine taşıma noktasında gayretlerinizi bekliyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Asil.

Cumhuriyet  Halk Partisi Grubu adına Yalova Milletvekili Muharrem İnce. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın İnce.

CHP GRUBU ADINA MUHARREM İNCE (Yalova) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Almanya Başbakanı Merkel ülkemizdeydi. Dedik ki: “Acaba Sayın Başbakanla tam üyelik mi, imtiyazlı ortaklık mı, bunu mu konuşacak yoksa Rum gemilerine limanların açılmasını mı konuşacak?” derken bunlar hiç gündemde olmadı, birdenbire Almanya’da bir Türk lisesi açılması gündeme geldi. “Allah Allah, bu doğru mudur, nedir bu?” diye araştırınca bir baktık ki yani öyle bir tane, iki tane, üç tane, beş tane lise açmakla orada bir sorun çözülecek falan değil. Almanya’da yaşayan öğrenim çağındaki öğrencilerimizin sayısı, Türk öğrencilerin sayısı 600 bin yani bir okulu tartışıyor olmak gerçekten komik.

Sonra bir baktık, Türkiye’de bir Alman üniversitesi açılacak. “Acaba bu bir ortaklık mı, bir ortak yapım mı?” diye bir baktığımızda, hayır böyle bir şey de yok. Arsa Türkiye’den, bina Türkiye’den, altyapı Türkiye’den, sürekli giderler Türkiye’den ama ne hikmetse bunun adı “Türk-Alman Üniversitesi” oluyor. Nimet-külfet dengesi gözetilmemiş. Sayın Nimet Çubukçu, herhâlde adı “Nimet” olduğu için “Nasıl olsa Türkiye’de nimet var.” deyip külfeti bize vermişler, nimeti Almanya almış. Yani böyle bir anlayış içerisinde nasıl bir üniversite kuruyoruz, doğrusu anlayabilmiş değilim.

Silivri Belediyesi ve Sarıyer Belediyesi, Cumhuriyet Halk Partili olduğu için, yer teklif ediyorlar, Hükûmet kabul etmiyor bunları.

Şimdi, biz bugün bu ülkede yüz kırkıncı üniversitenin kuruluşunu konuşuyoruz. Eğer üniversiteden konuşuyorsak yükseköğretimden söz edeceğiz, YÖK’ten söz edeceğiz, YÖK’ten başlamamız lazım. Toplumun önemli bir kesimi 1982’den bu yana YÖK’ü eleştirdi, biz de eleştirdik, YÖK’te pek çok yanlış bulduğumuzu hep söyledik. Siz eleştirmediniz 82’den sonra, siz 1997 28 Şubattan itibaren eleştirmeye başladınız, ta ki 2007’ye kadar. 2007’de eleştirilerinizi bir anda kestiniz ve 2002-2007 arasında YÖK’ün ve Cumhurbaşkanının kullandığı yetkileri sürekli bu kürsüde bıkmadan usanmadan defalarca söylediniz ama 2007’den sonra bir suskunluk içerisindesiniz. Yani şunu anlayamıyorum ben: 1982’de 12 Eylül rejiminin dayatması sonucu kurulan YÖK’te kurucu üye olan bir kişi sizin sekiz yıldır bakanınız. 1982’de YÖK’ün kurucu üyesidir Vecdi Gönül, siz darbelere karşısınız ama darbecilerin kurduğu YÖK’ün kurucu üyesini sekiz yıldır burada bakan yaparsınız. “Bu ne yaman çelişki?” diye adama sorarlar.

2007 sonuna kadar Sayın Ahmet Necdet Sezer’i ve YÖK’ü insafsızca eleştirdiniz, yetkilerini eleştirdiniz ve bu konuda demokrat olmamakla suçladınız. 2007’den bu yana bir AKP milletvekili şu kürsüye çıkıp da “Sayın Abdullah Gül de demokrat değildir, bilime, hukuka inanmamaktadır, bilimi, hukuku çiğnemektedir, kul hakkı yemektedir.” diye burada bunları konuştu mu?

Değerli arkadaşlarım, şimdi bakalım, geçen Cumhurbaşkanlığı dönemiyle bu dönemi karşılaştıralım. Son yedi yılda Sayın Ahmet Necdet Sezer 119 rektör atamıştır. Bunların 95 tanesi, yani yüzde 80 oranında üniversitelerden seçimde 1’inci sırada olanları atamıştır. Yüzde 20’sinde ise bu seçimi dikkate almamıştır. Sayın Abdullah Gül 56 rektör atamıştır, 23’ü zaten yeni üniversite rektörüdür, seçim olmamıştır ve onlar da zaten hepsi de kendi dünya görüşünün insanlarıdır. Geri kalan 33 rektörün 19 tanesini seçimde 1’inci sıradakilere uymuştur ve toplam bu 57 rektör içerisinde Sayın Gül’ün üniversitedeki seçimleri dikkate alma oranı yüzde 33’tür. Yani yüzde 80 oranında, üniversitede seçime uyan Ahmet Necdet Sezer’e bu kürsüden söylemediğinizi bırakmadınız ama 2007’den bu yana, üç yıldır, yüzde 33 oranında üniversitedeki seçime uyan, asla demokrat davranmayan, işte daha dün Anayasa Mahkemesine nasıl yedek üye atadığını hep birlikte gördüğümüz Sayın Gül’e toz kondurmuyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, siz demokrat değilsiniz, siz kurumları elinize geçirene kadar eleştiriyorsunuz. Kurumları elinize geçirdiniz mi susuyorsunuz, takiye yapıyorsunuz. AKP adaylarını, Başbakanın doktorunu rektör yapan Cumhurbaşkanına “demokrat” diyorsunuz, “halkın Cumhurbaşkanı” diyorsunuz.

Değerli milletvekilleri, size Abant İzzet Baysal Üniversitesinden bir örnek vermek istiyorum. Ben Yalova Milletvekiliyim, Bolu’dan sürekli geçerim. Sizler de bilirsiniz, Bolu deyince akla İzzet Baysal gelir; orada yurt yapmıştır, okul yapmıştır, hastane yapmıştır, üniversite yapmıştır, kampüs yapmıştır, Bolu’yu Bolu yapmıştır. Burada bir seçim yapılıyor, üniversitede. Mevcut rektör Atilla Kılıç 171 oy alıyor, Hayri Coşkun 129 oy alıyor. AKP’li vekiller 2’nci sırada seçilen, 129 oy alan Hayri Coşkun için propaganda yapıyorlar ve İzzet Baysal Vakfının Başkanı Cumhurbaşkanına mektup yazıyor, diyor ki: “Bu seçimde 1’inci olan kişinin rektör olması uygundur, biz de bunu destekliyoruz.” ama Sayın Cumhurbaşkanı ne rektörü ne bilimi ne hukuku ne seçimi ne demokrasiyi ne millet iradesini dikkate alıyor; sadece 2 tane AKP milletvekilini dinleyerek 2’nci sıradaki kişiyi rektör atıyor. Yüzde 47 millet iradesi de 171 oy millet iradesi değil mi?

Değerli milletvekilleri, ben buradan Sayın Cumhurbaşkanına şunu önermek istiyorum: 2012’de Cumhurbaşkanlığı seçimi olacak. O zaman, seçimde 2’nci sırada çıkan kişiyi Cumhurbaşkanı olarak atayalım. Mademki, üniversitelerdeki seçimlerde 2’nci sırada olan rektörü rektör yapabiliyoruz; o zaman, Cumhurbaşkanlığı seçiminde de 2’nci olan… İşte, buna en güzel örnek: İstanbul Üniversitesine rektör atanan kişi seçimde 2’nci olmuş kişiydi ve bu değerli şahsiyete de geçtiğimiz günlerde bir vakıf 260 bin euroluk bir araç hediye etti.

27/10/2008 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı Gül’ün açıklamasını okuyorum size; işte takiye, işte zamana, zemine göre konuşma; 27/10//2008, Sayın Cumhurbaşkanı: “Rektör seçimleri derin yaralar açıyor. Bu yetki Cumhurbaşkanına bırakılmamalı. Bu yetkiyi sağlıklı bir üst kurula bırakmaya ben hazırım.” Sayın Cumhurbaşkanı, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Siz, hukuku çiğnediniz, bilimi çiğnediniz, seçimi çiğnediniz, demokrasiyi çiğnediniz ve bu rektör atamalarının yüzde 67’sinde kul hakkı yediniz Sayın Cumhurbaşkanı.

YÖK Genel Kurulu 21 üyeden oluşuyor. İki yıldır 20 üyeyle çalışıyor YÖK Genel Kurulu çünkü Celal Şengör’e iki yıl önce soruşturma açıldı, soruşturma sonuçlandı ama ona rağmen, hâlâ görevine başlatılmadı. Bu mu sizin adalet anlayışınız? Ama intihal suçu işlediği iddia edilen İzzet Özgenç YÖK üyesi. Neden İzzet Özgenç YÖK üyesi de Celal Şengör değil? Çünkü İzzet Özgenç sizin takımdan, sizin dünya görüşünüzden.

KAMİL ERDAL SİPAHİ (İzmir) – Birisi de bakan.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Yükseköğretimin sorunları böyle de ilköğretim, ortaöğretim bunlardan farklı mı sayın milletvekilleri? Ardahan’da öğretmen olmadığı için polisler ek ders ücretli derse giriyorlar. Hakkâri’de fen bilgisi dersleri boş geçen çocuklar Valiliğe yürüyüş yapıyor. İstanbul’da bir gazeteye ilan verilerek ücretli öğretmen aranıyor. Adana’da İl Millî Eğitim Müdürlüğü sitesinde cep telefonu verilerek ücretli öğretmen aranıyor. 61 bin öğretmen, ayda 300-500 liraya öğretmenlik yapıyor.

Çekmeköy’de Tekel işçilerine destek veren 24 lise öğrencisinin okullarıyla ilişkisi hâlâ belli değil. Telefon açtım, İlçe Millî Eğitim Müdürü bilmez, okul müdürü bilmez; konu İl Millî Eğitim Müdürlüğünde, ayın 2’sinde kurul toplanacakmış, ne karar vereceklerini göreceğiz.

Yine, İstanbul’da, Başbakan geçerken metalci işareti yapan gençler gözaltına alınıp sorgulanıyor, “Siz cumhuriyet mitinglerine katıldınız mı?” diye soruluyor.

OKTAY VURAL (İzmir) – Bozkurt işareti zannetmiş de onun için!

MUHARREM İNCE (Devamla) – Yunanistan’da lise öğrencileri Yunanistan’ı birbirine katıyor ama hiçbir lise öğrencisinin burnu kanamıyor. Türkiye'de de buna benzer olaylar oluyor. 3 Mayıs 2006’da AKP Adıyaman İl Kongresine okul üniformalarıyla giden çocukların kılına zarar gelmiyor.

2008 yılında yapılan SBS sınavlarında, 500 bin çocuğumuz bu sınavlara girmedi. Sayın Bakan bunlar için kılını kıpırdatmadı ama yurt dışında bu sınava girmeyenler için şimdi hazırlık yapıyor.

Değerli milletvekilleri, “Sınavla okul müdürü oldum, atandım.” diye bazı arkadaşlarımla karşılaşıyorum ve çok mutlu oluyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) – Ama bunun tersi örnekler vereceğim şimdi sizlere: İstanbul Esenler İlçe Millî Eğitim Müdürü sınavla okul müdürü olamamış, sonra millî eğitim müdürü olmuştur. Büyükçekmece’de okul müdürü olamayan kişi, sınavda okul müdürü olamayan kişi ilçe millî eğitim şube müdürü olmuştur. Zeytinburnu’nda okul müdürü olamayan şube müdürü olmuştur. Şırnak’ta aday öğretmen, İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünde şube müdürü olarak görev yapmaktadır. Arkadaşlarımı rencide etmemek için isimlerini vermedim. Sayın Bakan isterse, sınavda okul müdürü olamayan kişilerin sonra nasıl ilçe millî eğitim müdürü ya da ilçe millî eğitimde şube müdürü olduklarını tek tek sizlere açıklayabilirim.

Sayın Bakanın tek bir savunması olacaktır burada, diyecektir ki: “Valilik bunu yaptı.”

Sayın Bakan, tek tek araştırdım, hiçbirinde norm kadro yoktur yani norm kadro 3’se o ilçede, siz 4’üncü kişi olarak bunları oraya atadınız.

Sayın Bakana en son olarak şunu söylemek istiyorum: Sayın Oktay Vural’ın bir fotoğrafı yansıdı gazetelere…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi bağlayınız.

Buyurunuz.

MUHARREM İNCE (Devamla) - …ve dediniz ki: “Bu, benim insan olarak içimi sızlattı.”

Değerli arkadaşlar, buradan siyaset üretmeye hiç gerek yok, yani bu ülkede ayakkabı boyayan çocukları  görünce sarsılıyorsunuz. Peki, hepimiz aynı durumla karşılaşabiliriz, boyatsan bir türlü boyatmasan bir türlü, ama buradan siyaset üretilmez.

Peki, Sayın Bakana şunu söylemek istiyorum: Başbakan Çin malı oyuncakları dağıtırken çocuklar birbirini eziyor. Bir anne olarak, Millî Eğitim Bakanı olarak içiniz sızlıyor mu?

Peki, bu ülkede altı-onyedi yaş grubu arasında 1 milyon çocuk çalışıyor, sizin içiniz sızlıyor mu?

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sızlamaz.

MUHARREM İNCE (Devamla) - Peki, Sayın Bakan, Aydın’da Başbakanlık otobüsünün içinde on dört yaşındaki çocuğun boynu sıkıldığı zaman sizin insan olarak içiniz sızladı mı?

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP ve MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın İnce.

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Bunları niye yadırgıyorsun ki? Her alanda yapıyorlar.

BAŞKAN – Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Van Milletvekili Özdal Üçer.

Buyurunuz Sayın Üçer.

ÖZDAL ÜÇER (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına, görüşülmekte olan yasa tasarısının 2’nci maddesi üzerine söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlarım.

Üniversitelerin gerekliliği, yeni üniversitelerin açılışı genel anlamda değerlendirildiğinde ülkemizin eğitim ihtiyaçlarını, değişik niteliklerdeki eğitim ihtiyaçlarını karşılamaya dönük eğitim kurumlarının açılması, onların niteliklerinin geliştirilmesini genel, ilkesel anlamda desteklemekteyiz. Elbette ki olumlu şeydir bir ülkede yeni bir üniversitenin açılışı, elbette ki bizim destekleyeceğimiz bir şeydir yeni bir üniversitenin açılışı. Fakat son yıllarda yaygınlaşan yeni üniversitelerin açılışı, özellikle özel üniversitelerin, vakıf üniversitelerinin açılışı ve vakıf üniversitelerine, vakıflara ve özel sermaye çevrelerine kamu kaynaklarının kontrolsüz bir şekilde yönelişiyle ilgili, aktarılışıyla ilgili çok derin kaygılarımız bulunmaktadır. Farklı yasa tasarılarıyla ilgili değişik gündemlerde bu konularla ilgili derin, değişik bilgileri sizlerle paylaşacağız.

Etnik temelde Türk-Alman Üniversitesini… Yani dünyada ender nitelikli bir üniversite olacaktır. Değişik bir üniversite ismi önerilebilirdi “Avrasya Üniversitesi” gibi, mademki Avrupa ve Asya ülkelerinin bir arada denkleşimini sağlayan, bir arada bulunurluğunu artıran, ilişkisini geliştiren bir üniversite olacaksa. Sadece Almanlarla ilişkiyi geliştirmek değil, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının ya da Türkiye Cumhuriyeti devletinin genel anlamda ilişkili bulunduğu bütün devletlerin bir şekilde kendisini ilgilendiren fakülteler kurabileceği daha genel bir üniversite açılabilirdi.

Genel gerekçeye ilişkin, Alman-Türk Üniversitesinin ya da Türk-Alman Üniversitesinin oluşumuna ilişkin genel gerekçe de tarihten gelen kültürel ilişkilerin ve karşılıklı anlayışın daha da güçlendirilmesi ve akademik alanda yapılacak iş birliğine dayandırılmaktadır. Şimdi, tarihsel ilişkilere bakıldığında Almanya’da Orta Çağdan bu yana Türkiye'de Osmanlı İmparatorluğu’yla Türkiye Cumhuriyeti ile Alman devletleri arasında farklı şekillerde cereyan etmiş farklı ilişkiler söz konusudur yani köklü tarihî ilişkiler söz konusudur. Bunların kimisi olumludur, kimisi olumsuzdur. Ama, bundan sonra gelişen çok kültürlü dünya yurttaşlığı temelinde de değerlendirildiğinde, değişen siyasi koşullar içerisinde, özellikle cumhuriyet tarihi dönemi içerisinde Almanya’ya çok sayıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı -ki bunların hepsi sadece Türk değildir- değişik vesilelerle göç etmiş bulunmaktadır ve şu an, değişik partiler, değişik istatistikler ifade etmektedir -“Yaklaşık 4 milyon.” diyenler vardır, “Yaklaşık 3 milyon.” diyenler vardır- ama her nedense -yurttaş yurttaştır- bunların kaçı sürgünle gitmiştir, kaçı iş amaçlı gitmiştir, kaçı eğitim amaçlı gitmiştir, bununla ilgili Türkiye Cumhuriyeti devletinin resmî bir istatistiği söz konusu değildir. Bir kere, bu muğlaklığın giderilmesi lazım, ihtiyaçların ona göre belirlenmesi lazım.

Almanya’da yaşayan yurttaşlarımızın eğitim alanında, sosyal yaşam alanında, yurttaşlık hakları boyutunda yaşamış oldukları birçok sorun vardır. Bu konuda, bu sorunların çoğuna Alman Hükûmeti duyarsız kaldığı gibi bizim Hükûmetimiz de duyarsız kalmaktadır. Nüfus işlemlerinden tutun, eğitim işlemlerine, yurttaşlık işlemlerine, birçok anlamda bir yetersizlik söz konusudur. Ayrıyeten, Türkiye’den, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup da Türk olmayıp giden yurttaşların sorunları orada katmerlenmektedir. Yani örnek, Kürt yurttaşlarımızın da kendilerinin orada kurmuş olduğu dernekler bünyesinde ifade ettiği sorunlar vardır.

Şimdi, Sayın Başbakan gidiyor, Almanya’da, asimilasyonun insanlık suçu olduğundan bahsediyor. Evet, bu konuda bire bir katılmaktayız kendisine, asimilasyon insanlık suçudur ama şu an, Türkiye nüfus istatistiklerinde bile sayısal kesinliği ifade edilmeyen, milyonları aşan, on milyonları aşan, Kürt toplumu başta olmak üzere, varlığı bilimsel olarak ispatlanmış ve birçok siyasi temsilci tarafından da dile getirilmiş, farklı kültürler ve etnisitelere sahip insanların yaşamış olduğu yurttaşlık hakları sorunlarına ne diyeceğiz? Mesela ben başkasına temsilci olarak, genel bir yaklaşımın ötesinde, ben oğluma, kızıma kendi ana dilinde eğitim verme olanağını nasıl talep edeceğim, nasıl sağlayabileceğim? Benim yurttaşlık bağlarımın gelişmesi için ya da benim gibi milyonları aşan insanların yurttaşlık bağlarının gelişmesi için daha demokratik bir ortam nasıl sağlanacak?

Hani biz çocukken okulda, eğitim derslerinde işte “Emel eve gel.” fişi vererek hiç Türkçe bilmeyen çocuklara eğitim öğretim dersi veriyorduk, okuma yazma dersi veriyorduk. Yani o çocuklardan birine “… …” (*) dediğimiz zaman biz ülkeyi bölmüş mü olacağız? Bütün bunların hepsini bütünlüklü değerlendirmek lazım. Kendi insani haklarını yaşayabilmek bilmek için bir ortak konsensüs sağlamak ve bu Meclisin sorumluluğunda olan ülkenin huzurlu ve demokratik yaşamı için gereken sorumluluklarımızı yerine getirmek zorundayız. Bu ülkenin bütün sorunlarını bu Meclis çatısı altında çözebilme kabiliyeti sergilemek zorundayız. Eğer sergilemezsek uluslararası emperyalist güçler, küresel sermaye güçleri ülkemizi ekonomik anlamda talan ettikleri gibi ülkemizin sosyal kaynaklarına da, insan kaynaklarına da yöneleceklerdir; siyasi bütünlüğüyle oynama cesaretini de bulacaklardır.

Bütün bunları çok çok değişik başlıklar altında ifade edebilmek söz  konusudur. Bugün ülkemizde, bu ülkenin geleceğine ilişkin belki katkısı olmayan birçok insanın azınlık hakları söz konusudur. Azınlıkların da bu ülkede, bu ülkenin kuruluşu çerçevesinde birçok olumlu katkısı olmuştur ama olmayanlar da vardır. Biz kriter olarak bu ülkeye faydalılık ya da faydasızlık, kuruluşuna fayda ya da faydasızlık boyutuyla değerlendirmek durumunda değiliz, temel yurttaşlık hakkı bağlamında değerlendirmek durumundayız.

Düşünün, Almanya’yla ilişkilerimiz vardır; bu ülkeyi ekonomik sebeplerden dolayı, ekonomik çıkarları doğrultusunda Birinci Dünya Savaşı’na çeken Almanya değil miydi? O Birinci Dünya Savaşı sürecinde bu coğrafyada yenilgilerin oluşmasının sebebi olan ülke Almanya değil miydi? Bu, Almanya’dan bugün intikam alalım anlamına gelmemelidir. Ama, o dönemde böylesi bir güçlüğü bu ülkeye yaşatan bir ülkeyle bile sosyal ilişkileri geliştirmek, siyasi ilişkileri geliştirmek adına biz değişik hamleler yapıyorsak, o birinci dünya emperyalizm savaşında yenik düşen ülkemiz halklarının bütünlüğü çerçevesinde ortak mücadele vermiş halklarımızın haklarını korumak, kollamak ve bunlar arasında ilişkiyi geliştirmek için neden ortak bir çaba sarf etmiyoruz? Bizim düşünmemiz, tartışmamız gereken şeyler bunlardır.

Artuklu Üniversitesinde, Yaşayan Diller Enstitüsü… “Kürdoloji” demeye bile dilimiz varmadı. Hani “Kürdoloji” dersek, “Kürtler yaşıyor” gibi olacak. “Yaşayan diller” dediğimizde Kürt’ten bahsetmemiş olacağız ki Kürtlerin yaşamsallığını ifade etmemiş olacağız. Artuklu Üniversitesinde…

Eğer Avrasya Üniversitesi gibi bir üniversite kurulmak yerine -ilim, seçim bölgem olduğu için Van’ı da öncelliyorum bu konuda- neden Van’da bir Türk-Kürt üniversitesi, “Serhat Üniversitesi” adında neden bir Kürt-Türk üniversitesi kurulmuyor? Kurulursa bu ülkeyi ne kadar zarara sokacaktır, ne kadar bu ülkenin bütünlüğüne katkıda bulunacaktırı neden tartışmıyoruz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

                            

(*) Bu bölümde Hatip tarafından, Türkçe olmayan bir dille birtakım kelimeler ifade edildi.

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ÖZDAL ÜÇER (Devamla) – Bilimsel, demokratik üniversitelerde eğitim ve bu eğitimi verecek üniversitelerin gerekliliği konusunda bizim hiç kimseye muhalefet etmek gibi bir niyetimiz yoktur ama atılacak her adımda, çıkartılacak her yasada toplumun bütün kesimlerinin ya da hedef kitlelerinin bütün ihtiyaçlarını bilimsel, insani, vicdani ve demokratik bir şekilde göz önüne alacak düzenlemeleri desteklemek durumundayız.

Biz, bu yasanın kültürler arası ilişkiyi geliştirmek bağlamında etkisinin olacağını düşünüyoruz ama daha da genel bir yaklaşımla, daha genel bir perspektifle daha çözümleyici bir sonuca varılabileceğine inanmaktayız.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi derin sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Teşekkürler. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Üçer.

Sayın milletvekilleri, on beş dakika ara veriyorum.

 

Kapanma Saati : 16.08

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 16.27

BAŞKAN: Başkan Vekili Şükran Güldal MUMCU

KÂTİP ÜYELER: Fatih METİN (Bolu), Gülşen ORHAN (Van)

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 80’inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükûmet yerinde.

Şimdi, 2’nci madde üzerinde şahsı adına Tokat Milletvekili Reşat Doğru.

Buyurunuz Sayın Doğru. (MHP sıralarından alkışlar)

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Hakkâri Çukurca’da şehit olan, bugün de cenazeleri kaldırılan 3 uzman çavuşumuza Allah’tan rahmet diliyorum, ailelerine ve kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine başsağlığı diliyorum. 2 erimiz de yaralıdır, 2 erimize de acil şifalar diliyorum.

Sayın milletvekilleri, son yıllarda ülkemizde lise açılır gibi üniversiteler açılmaya başlanmıştır. Binası, yeterli öğretim üyesi ve sosyal imkânları olmayan çeşitli yerlere siyasi sebeplerle okullar açılmaktadır. Bu açılışlara şimdi de Avrupa Birliği ülkeleriyle iyi ilişkiler için Türk-Alman Üniversitesi gibi açılışları da eklemiş bulunuyoruz. Ancak, tabii bu 140’ıncı sırada açmış olduğumuz üniversiteyle beraber önümüzdeki dönemde, tahmin ederim ki, yine çeşitli üniversiteler açacağız. Bizim de Tokat Milletvekili olarak, önümüzdeki dönemle ilgili olarak -şu anda kanun tekliflerini hazırlıyoruz- Niksar’da bir “Danişmentliler Üniversitesi”, Zile ilçemizde de “Mustafa Necati Sepetçioğlu Üniversitesi” açılmasıyla ilgili kanun teklifi hazırlamaktayız. Önümüzdeki dönem içerisinde de yani önümüzdeki günler içerisinde de inşallah bu tekliflerimiz de kanunlaşır da Tokat’ımız da iki tane daha üniversiteyi hak etmiş olur. Çünkü Niksar’ımız olsun, Erbaa’sı olsun, Turhal’ı olsun, Zile’si olsun, buraların hepsi her noktada, okullarıyla, her yönüyle, binalarıyla, üniversitelerin açılması veyahut üniversitelerin kurulmasıyla ilgili yeterli imkânlara sahiptir.

Sayın milletvekilleri, tabii, üniversiteler açılıyor ama üniversitelerimizdeki dillerin özellikle Türkçe olmasını  biz istiyoruz. Tabii yabancı dile karşı değiliz, yabancı dille eğitim yapılmalı ama resmî dilimiz Türkçe olduğuna göre üniversite dilinin de Türkçe olması gerekmektedir. Yabancı dil eğitimi en iyi şekilde yapılmalı, dünyaya entegre olmalıyız ancak bununla ilgili de Türkçe eğitimden vazgeçilmemesi gerekir diye düşünüyoruz.

Türk-Alman Üniversitesi açılıyor, ülkemizde kuruluyor. Mütekabiliyet esası içerisinde acaba Almanya’da da neden bir Türk-Alman ortaklığı içerisinde bir üniversite kurulmuyor şeklinde düşüncelerimiz vardır. Tabii burada çok büyük nüfusumuz var. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde yaklaşık olarak 4 veya 5 milyon civarında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin vatandaşları var. Buralarda çeşitli noktalarda öğretmenlerimiz vardır veyahut da öğretim üyelerimiz vardır ama bunun dışında buralarda da liselerin açılması, buralarda da Türk çocuklarına eğitimlerinin verilmesi noktasında da çalışmalar yapılması gerekir diye de düşünüyoruz.

Sayın milletvekilleri, okulların açılmasına ve çocuklarımızın okullara gitmesine hiç kimse karşı çıkamaz ancak gençlerin okullarda çok iyi eğitim almış olmaları ve iyi yetiştirilmeleri de gerekiyor. Öğretim üyesi yeterli olmayacak yerlerde dersler acaba nasıl dolduruluyor, sosyal imkânları kısıtlı olan illerde gençler acaba nasıl yetiştiriliyor, bunların da dile getirilmesi gerekmektedir.

Ayrıca, üniversitelerimizin hepsinin birçok sorunları vardır. Üniversiteler akademik personeli olsun, diğer hizmet birimleri olsun çok büyük sıkıntılar içerisindedirler. Böyle bir ortamda öğretim üyesinden çağdaş eğitim, insan yetiştirme ve bilim üretme fonksiyonlarını gerçekleştirmeyi beklemek hayalden öteye gitmez.

Sayın milletvekilleri, bir milletin eğitim ve bilim politikasının diğer bütün sektörlerin politikasına esas teşkil etmesi gerekir. Bunun için de “eğitim” kavramı gerçekçi bir şekilde algılanıp evrensel ilkelere dayanan temeller üzerine oturtulmalıdır. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, üniversiteler başta bilim üretmekte, bunu da gelişmemiş ülkelere devlet kanalıyla ihraç etmektedirler.

Üniversitelerimizi daha bağımsız, daha üretken, ülke ekonomisine çok büyük katkı veren konuma getirmeliyiz. Bunun için de üniversitelerimizi siyaset üstünde tutmalıyız, günlük siyasi çekişmelerin dışına almalıyız, bunlarla bunları karıştırmamalıyız.

Ülkemiz, geçmişte ve tarihimize şöyle bir bakmış olduğumuz zaman çok değerli insanları yetiştirmiş olan bir ülkedir ancak insan yetiştirmenin bu kadar önemi olan ülkemizde acaba beş yüz yıldır Mimar Sinan’la övünen milletimiz neden ikinci bir Mimar Sinan çıkartmamıştır? Çünkü Mimar Sinan, mimarlık felsefesini, bilim, sanat, din parametrelerine göre kurmuş ve geliştirmiştir. Tabii yeni Mimar Sinanların, daha güçlü insanların ortaya çıkmasını veyahut da yetiştirilmiş olmasını beklemek hepimizin hakkıdır.

Üniversiteler, kurulmasıyla beraber öğretim üyesinden sade çalışanına kadar her yönden desteklenmeyi bekliyorlar. Üniversite hocalarımız geçim sıkıntısı çekmemelidir, bina sıkıntısı, kadro sıkıntısı çekilmemelidir; altyapı iyileştirilmeli, araştırma imkânları geniş şekilde olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

REŞAT DOĞRU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

İşte  ancak  o  zaman   çağdaş,   gelişmiş  bir  ülke  oluruz.  Özellikle  de  üniversitelerimizden -üniversite-sanayi iş birliği çok önemlidir- yani bir noktada üniversitelerimizin sanayiyle entegre olmasını, ülkemizin gelişmesinde daha fazla katkı içerisinde bulunmasını beklemekteyiz. Bunları yapmazsanız diploma verir ama iş vermemiş olur, gençlerimizi de işsizlik girdabına koyarız. Bakınız, şu an ülkemizin içerisinde bulunduğu tabloda en büyük sorunların başında işsizlik problemi gelmektedir. Gençlerimiz okullarını bitiriyorlar, üniversitelere çok zor şartlar altında girmiş olmalarına rağmen okullarını bitirmiş oldukları zaman iş bulamıyorlar, aş bulamıyorlar. Bugün gençliğimiz içerisinde çok büyük bir psikolojik sorun vardır, sıkıntı vardır. Yani okullarını bitirmiş olmak da çok şeyleri çözmüyor. Ama ailelerin hepsi iş bekliyorlar, aş bekliyorlar. İnancım odur ki, inşallah, bunların hepsine bir çözüm gelir ve bu şekilde üniversitelerimiz de daha güzel şekilde, daha yetişmiş bir şekilde öğrencilerimizin yetişmesine vesile olur diyor, yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Doğru.

Şahsı adına Antalya Milletvekili Abdurrahman Arıcı. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Arıcı.

ABDURRAHMAN ARICI (Antalya) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nda yer alan “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla bir devlet üniversitesi kurulmasıyla ilgili şahsım adına söz almış bulunuyorum.

Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında tarihten gelen kültürel, ekonomik ve sosyal bir bağ bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti arasında tarihten gelen kültürel ilişkilerin ve karşılıklı anlayışın daha da güçlendirilmesi için akademik alanda yapılacak iş birliğinin uygun bir zemin olacağı düşüncesiyle 30 Mayıs 2008 tarihinde Berlin’de imzalanan Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Türkiye’de Bir Türk-Alman Üniversitesinin Kurulmasına Dair Anlaşma 1 Nisan 2009 tarih ve 5849 sayılı Kanun ile onaylanmasının uygun bulunması üzerine 29/6/2009 tarihli ve 2009/15184 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla onaylanmıştır.

Anlaşma, yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında iki ülke arasında iş birliğini geliştirmek ve Türkiye ile Almanya yükseköğretim sistemlerinin karşılıklı etkileşimini ve gelişimini artırmak amacıyla Türkiye’de Almanca dilinde eğitim veren bir üniversitenin kuruluşu ve işleyişiyle ilgili hükümleri içermektedir. Anlaşmanın onaylanmasını müteakip anlaşma hükümlerinin hayata geçirilmesini teminen anlaşmada öngörülen üniversitenin kurulmasını sağlayacak kanuni düzenlemenin yapılması ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Tasarıyla 30 Mayıs 2008 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti Hükûmeti arasında imzalanan anlaşma uyarınca İstanbul’da Almanca dilinde eğitim veren “Türk-Alman Üniversitesi” adıyla mühendislik, fen, hukuk, iktisadi ve idari bilimler, kültür ve sosyal bilimler fakülteleri ile yabancı diller yüksekokulu, fen bilimleri enstitüsü ve sosyal bilimler enstitüsünden oluşan bir devlet üniversitesi kurulması, Türk-Alman Üniversitesinde çalışacak öğretim elemanlarına ve diğer personeline ait kadroların ihdası ve üniversitenin 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na eklenmesi sağlanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, en çok Türk vatandaşının yaşadığı ülkenin Almanya olması nedeniyle karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi adına atılmış olan bu adımın olumlu olduğu, ancak devletler arasındaki ilişkilerde karşılıklılık ilkesinin gözetilmesi gerektiği ve bu doğrultuda Almanya’da da benzer bir üniversitenin kurulması gerektiği, böylece iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da gelişeceği düşünülmektedir. Almanya’nın teknolojik açıdan ileri bir ülke olması nedeniyle teknoloji alanında Almanya’dan daha fazla faydalanmak amacıyla teknik alanlar ağırlıklı olmak üzere Türk-Alman Üniversitesi, mühendislik fakültesi, fen fakültesi, hukuk fakültesi, iktisadi ve idari bilimler fakültesi, kültür ve sosyal bilimler fakültesi, yabancı diller yüksekokulu, fen bilimleri enstitüsü, sosyal bilimler enstitüsünden oluşmaktadır. Anılan anlaşmaya göre kurulacak üniversiteyle yükseköğrenim ve akademik araştırmalar alanında her iki ülke arasında ikili iş birliğini geliştirmek ve Türkiye ile Almanya’daki yükseköğretim sistemlerini karşılıklı olarak zenginleştirmek amaçlanmaktadır.

Tasarının Almanya Federal Cumhuriyeti ile ülkemiz arasında giderek artan ekonomik, sosyal, kültürel ilişkileri daha da geliştireceği ve pekiştireceği umuduyla, ülkemiz eğitimine de hayırlı olmasını diliyor, yüce heyeti saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Arıcı.

Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Sayın Dibek, Sayın Ağyüz, Sayın Özdemir, Sayın Akkuş, Sayın Doğru, Sayın Bulut, Sayın Baytok ve Sayın Birdal sisteme girmişler.

Şimdi, beş dakika süre içinde ne kadar sığarsa o kadar söz vereceğim sayın milletvekillerine.

Buyurunuz Sayın Dibek.

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, geçtiğimiz hafta Muğla’nın Bodrum ilçesi Gündoğan beldesinde bir okul açılışıyla ilgili haber basına yansımıştı, medyaya. Hayırsever Ayşe ve Ahmet Şahin adlı vatandaşlarımız orada bir okulun ek binalarını yapmışlardı, on altı derslik. Ama açılışıyla ilgili, Sayın Genel Başkanımız Deniz Baykal’ın açılışını yapmasını talep etmişti okulu yapan kişi. Bununla ilgili, İlçe Millî Eğitim Müdürünün “Ben bu okulu Deniz Baykal’a açtırmam.” şeklinde bir beyanı olduğu basına yansımıştı. Her ne kadar kendisi daha sonra bu açıklamaların doğru olmadığını belirttiyse de basında bunlar vardı.

Bu konuda Bakanlıkça bir incelemeniz, araştırmanız olmuş mudur? Gerçekten, Sayın Deniz Baykal’ın, Genel Başkanımızın bu okulun açılışına katılmaması yönünde özel bir gayret mi vardır ya da Genel Başkanımızın bu okulu açmasında yasal bir engel bulunmakta mıdır? Bunları merak ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Dibek.

Sayın Ağyüz…

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, seçim bölgem Gaziantep eğitimde başarısız illerden. Bu, sizi olduğu kadar hepimizi üzüyor. Geçen günkü konuşmanız bana umut vermişti ama maalesef, atadığınız İl Millî Eğitim Müdürünün yaptığı, bu tür araştırmalardan öte, çirkin ve etik olmayan sözcüklerle kamuoyunun gündemini işgal ediyor. Bu Millî Eğitim Müdürü ve bunun gibiler Gaziantep’e yakışmıyor. Lütfen, eğitilmiş, imar edilmiş, cemaat özelliği olmayan insanları öne çıkarın. Ve arsa arayışında bir mahallî gazetemiz önderlik etti, bakın, Gaziantep27. “Arsa bulamıyoruz.” diyor Millî Eğitim Müdürlüğü ama Köyişlerinin 108 bin metrekarelik arsası orada boş duruyor. Sizden istirhamımız Gaziantep’te bu ivmeyi kazandıracak yönetici atamanız ve bu arayışa katkıda bulunmak için bir konsensüs sağlamanız; yoksa Gaziantep’i başarısızlıktan kurtaramayız. Ayrıca bu Millî Eğitim Müdürü için yaptığınız işlem nedir, sonuçlandı mı görevden alma işlemi? Bunu da bilmek…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Ağyüz.

Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakana soruyorum, birinci sorum: Gaziantep Üniversitesinin son iki yıl içerisinde öğrenci sayısı yüzde 50 artmıştır. İl merkeziyle Nizip, Oğuzeli, İslahiye, Nurdağı ve Araban ilçelerimizde okuyan öğrencilerimizin acil yurt ihtiyacı vardır. Öğrencilerin yurt ihtiyaçlarını karşılamak için ne gibi çalışmalar vardır ve çalışmalar ne durumdadır?

İkinci sorum: Araban ilçemizde ortaöğretimde okuyan öğrencilerin, bunların birçokları taşımalıdır ve bunların, kız ve erkek öğrencilerin yurtları yoktur ve acilen yurt ihtiyaçları vardır, bu konuda ne gibi çalışmalar vardır?

Üçüncü sorum: Ayrıca Araban’a bağlı Elif beldesindeki ilköğretimde okuyan öğrencilerden yılda 80’in üzerinde kız öğrenci okulu bitirdikten sonra liseye gidememektedirler…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Bitirmemde yarar var Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sorunuz anlaşıldı Sayın Özdemir.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Anlaşılmadı efendim.

BAŞKAN – Anlaşıldı herhâlde. “Liseye gidememektedirler…” Bunun için gerekli işlemi soruyorsunuz herhâlde.

Sayın Akkuş…

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, Sayın Bakan; 29/3/2010 tarihli gazetelere düşen bir haberde Sayın Başbakan “Türk-Alman Üniversitesi için 119 dönüm arsa tahsis ettik.” demiştir. Burasının İstanbul’un akciğerlerinden son kalan Beykoz Fidanlığı olduğu belirtiliyor. Tahsis edilen 119 dönüm alan gerçekten burası mı? Burası ise bu çevre harikasına nasıl kıyıyorsunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Akkuş.

Sayın Doğru...

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Ülkemizde son yıllarda uyuşturucu ve madde kullanımıyla ilgili olarak büyük ilerlemeler vardır yani çok büyük bir şekilde okullarda uyuşturucu kullanımı ve madde kullanımı vardır. Bununla ilgili Millî Eğitim Bakanlığı olarak okullarda ne tür çalışma yapıyorsunuz?

İkincisi de, aynı tabloyu özellikle Almanya, Fransa gibi yurt dışındaki yerlerde daha ağır bir şekilde görüyoruz. Yurt dışındaki çocuklarımızla ilgili de böyle bir çalışma veyahut da bu yönde bir çalışma yapacak mısınız?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Doğru.

Sayın Bulut...

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Almanya’nın Türkiye’den başka herhangi bir ülkede Almanya’nın ortaklığıyla kurmuş olduğu herhangi bir üniversite var mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Bulut.

Sayın Baytok...

NESRİN BAYTOK (Ankara) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, İstanbul’da 3 liseli gencimiz tramvayın altında kalarak can verdi ve bu olay dolayısıyla lisenin öğrencileri bir yürüyüş yaparak olayı protesto ettiler. Bu protesto eyleminden sonra okul yönetimi hakkında bir soruşturma başlatıldı ve öğrenciler de “Disiplin cezası veririz, konuşmayın.” diye tehdit ediliyorlar, susturuluyorlar. Bu nasıl bir demokrasi anlayışıdır Sayın Bakan ve bu okuldaki uygulama için ne düşünüyorsunuz? Çocuklarımıza “Tramvayların altında kalarak ölebilirsiniz ama hak arama eylemi yapamazsınız.” mı demek istiyoruz? Böyle bir mesaj mı verilmek isteniyor? Cevabını alabilirsem memnun olurum.

Teşekkürler.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Baytok.

Son olarak Sayın Birdal...

AKIN BİRDAL (Diyarbakır) – Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakandan öğrenmek istiyorum: Bakanlık Ermeni okulları için Ermenice ders kitaplarının basıldığına dair çok iyi bir haber okuduk ve bunun azınlık çocuklarına ücretsiz dağıtılacağı konusunda. Bu ders kitapları kaçak Ermeni çocuklarına da verilecek mi?

İkincisi, 1914’te Anadolu’da 2.200 Ermeni kilisesi ve 2 bin de Ermeni okulu faaliyet gösteriyordu. Şu anda kaç tane Ermeni okulu var ve bu konuda karşılıklı bir, patrikhaneyle iş birliği de yapılacak mı?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Birdal.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Dibek’in sorusuyla başlamak istiyorum. Muğla’nın Bodrum ilçesine bağlı Gündoğan belgesindeki okul açılışına ilişkin olarak İlçe Millî Eğitim Müdürlüğümüz tarafından yapılan açıklama, böyle bir engellemenin yasal olarak veya herhangi bir şeklide gayriresmî olarak yapılmadığı yönünde ama bu konudaki incelememiz devam ediyor.

Herhangi bir şekilde bir siyasi partinin genel başkanının bir okulun açılışına katılmasından memnuniyet duyarız. Dolayısıyla bunu engellemek gibi bir niyetimiz Bakanlık olarak bizim olmadığı gibi il ve ilçe millî eğitim müdürlerimizin de bu konuda böyle bir tutumu olamaz. Ama orada, bildiğim kadarıyla, yasal açıdan okulun açılışının sakıncalı olduğuna dair bir bilgi bize ulaştı.

Bazı zamanlarda hayırseverlerimiz tarafından iyi niyetle yapılan okullarımızın bazen bina statiği açısından, arsa açısından sorunlu olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla ben de bizzat bu tür okulların açılışına gitmiyorum. Zira belediyeler tarafından tahsis edilen bu arsaların bazen mülkiyet problemleri de olabiliyor. Dolayısıyla, bir okulun açılışa hazır olup olmadığına ilişkin karar, o okulun bulunduğu ilçenin millî eğitim müdürlüğü tarafından takdir edilir. Sorunun yönünün tamamen okulun açılışına ilişkin bazı idari ve diğer problemlerle ilgili olduğu yönünde bize ön bilgi ulaştı.

Gaziantep’le ilgili sorulan bir soru vardı, Gaziantep’in il olarak eğitimde başarısızlığına ilişkin ve yeteri kadar bu konuda sonuçlandırılmış bir çalışma olmadığına ilişkin. Gaziantep gerçekten son beş yıl içerisinde özellikle çok çok hızlı büyüyen bir şehir ve dünyanın belki en hızlı büyüyen şehirlerinden bir tanesi oldu. Dolayısıyla eğitim kurumları gibi planlamalar yapılırken de her ne kadar büyüme ve şehrin metropolleşmesi göz önüne alınırsa da bu hızlı büyüme karşısında eğitimin ihtiyaçları konusunda birtakım sorunlar oldu. Özellikle son yıllarda gösterdiğimiz mücadeleye rağmen, kent merkezinde veya kentin donanımlı bölgelerinde eğitim kurumu açmak için elverişli arazinin bulunamadığı ve bu arsa tahsisleri konusunda da tüm kamu kurumları ve kamu binalarına ilişkin olarak da, kamu arsalarına ilişkin olarak da geniş bir tasarruf içerisinde bulunduğumuzu söylemek isterim.

Sizin sorunuzdan önce daha önceki bir maddenin görüşmeleri esnasında sorulmuştu, Gaziantep İl Millî Eğitim Müdürümüzün açıklamalarına ilişkindi. Gerçekten bir ilin millî eğitim müdürüne yakıştıramadığımız, hoş karşılamadığımız açıklamalar oldu bunlar. Hem edep dışı, terbiye dışı bulduğumuzu söyledik ve görevden alma işlemini başlattığımızı söyledik. Ben burada oturuyorum, imzama gelirse imzalayacağım. Yani süreç devam eden bir süreç. Bugün itibarıyla görevi bırakacak kendisi. Ümit ederim ki sadece il millî eğitim müdürlerimiz değil, bu tutum, bütün eğitimcilerimiz ve tüm toplumumuz açısından, biraz da yaptığımız iş açısından önemlidir. Her birimiz, ağzımızdan çıkan sözlere, kendimize yakışmayacak sözlere dikkat etmeliyiz diye düşünüyorum. Kendisinin...

YAŞAR AĞYÜZ (Gaziantep) – Sayın Bakan, size yakışan da bu.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bunun dışında yine Sayın Özdemir’in Gaziantep’le ilgili soruları vardı. Bunları birleştirmek isterim.

Kredi ve Yurtlar Kurumuna ilişkin sorular, aslında Millî Eğitim Bakanı olarak artık bana, hani, sorulmasa daha iyi olur, bir kez daha altını çizeyim. Ama şu anda Gaziantep ilinde Kredi ve Yurtlar Kurumuna ait 2.054 kapasiteli yurt var. Şu anda bu yurtlarda 1.917 öğrenci kalıyor. Yani şu anda bile 137 öğrencinin kontenjanının boş olduğunu görüyoruz. Yani yükseköğrenimde öğrenci sayısının arttığı ve yurt ihtiyacı olduğunu ifade ettiniz. Bunun karşılığında bizdeki veriler, öğrenci sayısının kontenjanların altında olduğunu gösteriyor.

Yine Türk-Alman Üniversitesinin Beykoz’da kurulması ve arsaya ilişkindi. Ben İstanbul’da yaşayan birisi olarak, Beykoz ve Sarıyer’i İstanbul’un akciğerleri olarak görüyorum ve buralardaki yapılaşmaya karşı tutumumuz, başta Sayın Başbakanımız olmak üzere tüm bakanlarımız aynı görüşteyiz. Dolayısıyla, burası, Tarım Bakanlığına ait bir fidanlık üzerinde bir tasarruf yapma çalışmalarımız var. Henüz tahsis işlemleri değil ama Tarım Bakanlığıyla Bakanlığımız arasında bu konuda yazışmalar oluyor.

Her şeyden önce, bir kez daha söylüyorum, bu üniversite Türk üniversitesi ve Türkiye’de kuruluyor ve Türk yükseköğrenimine hizmet edecek ve Türkiye’deki öğrenciler eğitim görecek. Dolayısıyla, biz kendi ülkemizde kurulan bir üniversiteden söz ediyoruz. Bu çerçevede bu üniversitenin ele alınmasında yarar var diye düşünüyorum.

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Bakanım, Tarsus’a kursaydık!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Akın Birdal’ın sorusu: “Ermeni okulları için…” dediniz. Ülkemizde bulunan azınlık okullarından Ermeni cemaatine ait okullar da, Lozan çerçevesinde kurulmuş ve özel öğretim yapan özel kurumlar olarak nitelendiriliyor.

Bildiğiniz gibi, ülkemizdeki bütün kurumlarda, öğretim çağındaki çocukların, lise dâhil olmak üzere artık, öğrenim ders kitapları Bakanlığımız tarafından karşılanıyor. Tabii ki bu talep doğrultusunda, azınlık okullarının ders kitap ihtiyaçlarını da karşılamamız son derece normal. Fakat kamuoyunda da gündeme geldiği şekliyle, ülkemizde kaçak şekilde bulunan veya kaçak işçi olarak tanımlanan Ermeni veya başka bir ülke yurttaşı, hiç fark etmez, bunların statüsünü hukuki anlamda tespit etmek gerekir her şeyden önce. Türkiye’nin, Birleşmiş Milletlerin bu anlamdaki sözleşmelerine ve ülke iç hukukuna uygun bir şekilde davrandığını düşünüyoruz. Şöyle ki: Şu anki mevcut koşullarda Türkiye’de herhangi bir şekilde bulunan bir yabancı ülke vatandaşının statüsü ya mültecidir ya vatansızdır ya göçmen işçidir ya yasal statüde Türkiye’de bulunuyordur, öğrenim görüyordur vesaire. Şimdi, bu statüde olmayan birisine, Türkiye’de varlığını kabul etmek suretiyle herhangi bir şekilde eğitim verebilmemize şu anki mevzuatımız elverişli değil ama bu konu üzerinde bir çalışma yürütüyoruz, yani sadece… Tabii ki bu Ermeni veya başka ırk, önemli değil, Türkiye’de herhangi bir nedenle bulunan ama yasal statüsü tanımlanamayan çocukların da eğitim hakkından yararlanmaları yönünde bir çalışma yapılması konusunda bir hazırlığımız var. Ama sonuçta, şu anki bulundukları pozisyon itibarıyla… Bu sadece Türkiye’ye özgü de değil Sayın Birdal, yani dünyanın neresinde olursa olsun kaçak durumda, bir ülkede bulunanların yasal statüsü şudur: Yakalandıkları zaman ülkeden sınır dışı edilirler. Dolayısıyla hem ülkede bulunduklarını yasal olarak kabul etmediğiniz bir kitlenin çocuklarının ülkede eğitim görmesine ilişkin bir statünün düzenlenmesinin de -takdir edersiniz ki- son derece girift ve karmaşık bir problem olduğunu vurgulamak isterim.

BAŞKAN – Süremiz doldu aslında, ek süremizi de geçirdik.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Bir soru daha…

BAŞKAN – Bir dakika daha süre…

Buyurun Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Sayın Baytok’un bir sorusu vardı. İstanbul’da tramvay hattı üzerinde bulunan bir okulumuzda meydana gelen yani tramvay yolundan geçme esnasında meydana gelen bir kazada 3 öğrencimiz hayatını kaybetti. Ben, her şeyden önce, bütün ailelerine ve yakınlarına başsağlığı dilemiştim ama bu vesileyle, hatırlattığınız için bir kez daha ailelerine başsağlığı diliyorum, milletimize da sabırlar diliyorum. Gerçekten olmasını arzu etmediğimiz hadiseler ve trafik kuralları açısından, uygulama açısından bir pürüz varsa -ki Belediye Başkanlığımız, İçişleri Bakanlığımız konu üzerinde incelemeler yapıyor- o konuda bir soruşturma açılır elbette. Ama sık sık vurgulanıyor, Tekel işçilerine destek adı altında, eylem yapan lise öğrencileri adı altında da söyleniyor. Her şeyden önce, lise çağındaki öğrenciler yani ortaöğretim ve ilköğretim kurumlarında herhangi bir şekilde bir toplantı ve gösteri yürüyüşü veya buna benzer bir şeyin düzenlemesi mümkün değil, şu anda mevcut yasal düzenleme böyle. Ha, şimdi şu söylenebilir: “Bu düzenleme doğru değil. Liseliler de istedikleri şekilde, istedikleri okul bahçelerinde veya okul ortamlarında eylem yapsınlar.” denebilir ama bu böyle değil, şu anki düzenleme böyle. Öğrenciler, okul dışında olmak kaydıyla, katıldıkları gösteri ve yürüyüş dâhil olmak üzere, bu tür demokratik tepkilerinden dolayı herhangi bir işlem ve eyleme tabi tutulmamaktadır ama söylediğim gibi bu ihlaller neticesi söz konusu olduğu zaman disiplin soruşturmaları açılır, okullarımız da kurumlarımız da mevcut kanun ve yönetmelikler çerçevesinde bu soruşturmaları açarlar.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Çubukçu.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Bakan, son soruma cevap vermediniz efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2’nci madde üzerinde iki önerge vardır.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) – Sayın Başkan, benim sorduğum soru çok önemli efendim. Şimdi, bizim, Araban ilçemiz var, Araban ilçemizin Elif beldesi var. Burası 2 bin, 3 bin nüfuslu ancak bölgedeki köylerle birlikte 10 bine yakın nüfusu var. Bu beldede lise yok. Kız öğrenciler okuyamıyor, ilköğretimden sonra hiçbiri okuyamıyor. İşte “kız çocuklar okula” diye birçok program var ama oradaki çocukların hiçbirisi ilkokuldan sonra okuyamıyor.

BAŞKAN – Sayın Özdemir…

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) - Ben Sayın Bakanıma bunu arz ediyorum efendim.

BAŞKAN – Sayın Özdemir… Sizin bu sorunuzu yazılı cevaplayacakmış Sayın Bakan, öyle ifade etti. Size gerekli cevabı verecektir.

HASAN ÖZDEMİR (Gaziantep) - Çok önemli efendim bu. Yerinde gördüğüm için söylüyorum.

BAŞKAN – Tabii ki çok yerinde ve gerekli bir şey sorunuz.

Şimdi, 2’nci madde üzerinde iki önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

486 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 2. maddesi ile eklenen Ek Madde 12’de yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli I sayılı Listenin sonunda eğitim öğretim planlamacısının kadrosunun 1’den 2’ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

 

Beytullah Asil

Hasan Çalış

Akif Akkuş

 

Eskişehir

Karaman

Mersin

 

Hüseyin Yıldız

Cemaleddin Uslu

Kürşat Atılgan

 

Antalya

Edirne

Adana

T. B. M. M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasa tasarısının 2. maddesindeki Ek madde 12’de yer alan (I) no’lu listede bulunan araştırma görevlisi sayısının her derecede 5 adet artırılmasını arz ederiz.

Saygılarımızla.

                       

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Rahmi Güner

Turgut Dibek

 

 

Malatya

Ordu

Kırklareli

 

Osman Kaptan

Orhan Ziya Diren

Sacid Yıldız

 

Antalya

Tokat

İstanbul

 

 

Muharrem İnce

 

 

 

Yalova

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurunuz Sayın Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, görüşülmekte olan 486 sıra sayılı yasanın 2’nci maddesinde verdiğimiz önerge üzerinde söz aldım Cumhuriyet Halk Partisi adına. Öncelikle saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bu yasayla Türkiye ile Almanya arasında bir üniversite kurulacak. Aslında bu hafta, Türkiye ile Almanya ilişkileri arasında yoğun bir hafta olarak değerlendirilebilir. Sayın Almanya Başbakanı da ülkemizi ziyaret etmişti. Almanya’da bir lise açılması konusunda tartışmalar vardı. Üniversite Türkiye’de, lise Almanya’da açılacak diye düşünüyorum ama liseyle ilgili bir sorun vardı, inşallah o sorun çözülür. Ama Almanya ile Türkiye arasında başka bir mesele daha var arkadaşlar yani ben o konuda söz aldım, aslında  o konuda söylemek istediğim birkaç şey var. Ne var Türkiye ile Almanya arasında? Bir Deniz Feneri meselesi var.

Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz hafta, bu konuda yine basında yer alan, Almanya’da bir soruşturma, hatta ikinci Deniz Feneri soruşturması, davasıyla ilgili olarak iddianamenin hazırlandığı, tanzim edildiği, yargılama aşamasına geçileceği ama Türkiye’den talep edilen birtakım bilgilerin, belgelerin gelmediği, bu nedenle de henüz yargılama yapılmadığına yönelik bir haber vardı. Ben de, daha önce bu konuyu takip ettiğim için, bir soru önergesi vermiştim Sayın Adalet Bakanına, onunla ilgili, bana, geçtiğimiz hafta bir cevap verdi ve “Alman makamlarının bu talepleri niye yerine getirilmedi?” diye sormuştum ben. İki ülke arasındaki uluslararası anlaşma gereği adli yardım taleplerinin karşılanması gerekirken niye bu talepler yerine gelmedi? Ek olarak, Alman makamları, Türkiye’den, Türkiye’deki asli fail olarak belirttiği kişilerle ilgili olarak, onların burada ifadelerini almak, onların burada, Alman savcı, Alman polisi ve Türkiye’deki yetkili savcıların huzurunda ifadelerini almak üzere talepte bulunduklarını ama bu konuda kendilerine “ret” yanıtı verildiğini ve “ret” yanıtı içerisinde herhangi bir gerekçenin de belirtilmediğini söylemişti. Ben de “Niye ‘ret’ yanıtı verdiniz? İki ülke arasındaki anlaşma gereği Almanya’nın -Türkiye'nin de aynı şekilde- böyle bir hakkı varken, niye Alman makamları gelip burada bu haklarını kullanamıyorlar, gerekçesi nedir?” diye sordum. Sayın Bakan herhangi bir gerekçe açıklamadı, sadece “Konu reddedilmiştir.” dedi.

Değerli arkadaşlar, tabii hâlâ merak ediyorum. Hatta bu konuyu takip etmek üzere, ben adliyeye de gittim. Tabii, konu üzerinde, biliyorsunuz, gizlilik kararı olduğu için yani ben sadece hangi gerekçeyle izin verilmediğini öğrenmek üzere, o kararın bir nüshasını alabilir miyim diye sorduğumda, savcılık makamı “Konu üzerinde gizlilik kararı var. Dolayısıyla, biz bunu size veremeyiz.” dediler. Tabii, bu gizlilik kararı da ayrı bir mesele.

Değerli arkadaşlar, burada hukukçu arkadaşlarımız var. Hangi mantıkla, hangi hukuki değerlendirmeyle bu dosya üzerinde gizlilik kararı olduğu veya konduğu da tartışılır. Yani sakıncası nedir? Türkiye’de diğer yargılamaları biliyoruz, diğer soruşturmaları da biliyoruz. Bilirkişi bir rapor hazırlıyor, daha ilgili savcılığa gitmeden yolda, yola dahi gitmeden -ilgili bu rapor- bir bakıyorsunuz bir gazetede manşet olarak yer alabiliyor. Şimdi, böyle soruşturmalar var Türkiye’de ama bu Deniz Feneri meselesi her nedense özel bir koruma altında değerli arkadaşlar.

Bugün Sayın Kılıçdaroğlu’nun Mecliste yaptığı bir basın toplantısı var. O basın toplantısı metni de benim elimde değerli arkadaşlar. Orada, Sayın Kılıçdaroğlu, bu iki ülke arasında gidip gelen paralar var… Yani Almanya’da toplanan, yurt dışında toplanan, birçok reklam verilerek -özellikle bir televizyonda, Kanal 7’de o dönemlerde çok sayıda reklamlarla vatandaşların iyi niyetle yardım ettiği- toplanan yaklaşık 42 milyon euro. Yani bunun 26 milyon euro’sunun Türkiye’ye özel kuryelerle aktarıldığına yönelik, biliyorsunuz, ilk kararda da hükümler, açıklamalar vardı. Bununla ilgili, kendisi on sekiz adet teslim tesellüm makbuzunu, değerli arkadaşlar, bugün basın toplantısıyla kamuoyuna açıklamıştı. Hatta bunlardan iki tanesi de değerli arkadaşlar, ıslak imzalı, yani belgelerin aslı. Yani Almanya’daki savcılığın ilk soruşturma sonucundaki mahkûmiyet kararında belirttiği “Asli failler Türkiye’de.” dediği 16 kişi içinde yer alan bu şahısların aralarında imzaladıkları teslim tesellüm belgelerini bugün kamuoyuna açıkladı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

TURGUT DİBEK (Devamla) - Bu konu, bu akşam, tahmin ediyorum haberlerde ve kamuoyunda da dikkatle takip edilecektir diye düşünüyorum ama işin ilginci, asıl belgeleri de kamuoyuna sundu. Zannediyorum, Türkiye’de bu konu…

Değerli arkadaşlar, Almanya’da dosya, biliyorsunuz, 18 Eylül 2008’de sonuçlandırıldı, mahkeme kararı... Ondan beş ay sonra dosya 24 Şubatta Türkiye’ye geldi. Üç ay da tercümesi, sekiz ay, dokuz ay… Yani, 2009’un Mayıs ayından bu yana, gizlilik kararı içerisinde cumhuriyet savcıları bu konuyu da takip ediyorlar, hangi aşamada olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz ama bu belgelerin çok işe yarayacağını ben düşünüyorum.

Değerli arkadaşlar, bu konu gerçekten çok önemli. Türkiye’de hukuka nasıl bakıyoruz, davalara nasıl bakıyoruz? İşte, bana dokunuyorsa, bu konu bana zarar verecekse… İktidar açısından konuşuyorum. Onlar nasıl bakıyorlar? Bir turnusol kâğıdı gibi, gerçekten, herkesin karşısında bir ayna olarak gözüküyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Başkanım bitiriyorum.

Bu konuyla ilgili aslında söyleyecek birkaç şey daha var ama fırsat olursa… Sayın Bakandan da aslında hoşgörüsüne sığınarak ben konuyla ilgili konuşmayı tabii ki arzu ediyorum ama iki ülke arasında bu konu da çok ciddi bir mesele. O yüzden bu konunun da kamuoyunda takip edildiğini bildiğim için, bir önerge üzerinde tekrar söz almak istiyorum.

Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Dibek.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama istiyorsunuz.

Sayın Anadol, Sayın Aslanoğlu, Sayın Dibek, Sayın Korkmaz, Sayın Keleş, Sayın Özdemir, Sayın Köse, Sayın Güvel, Sayın Ayhan, Sayın Bingöl, Sayın Bulut, Sayın Güner, Sayın Çöllü, Sayın Yıldız, Sayın Köktürk, Sayın Kaptan, Sayın Coşkunoğlu, Sayın Ekici, Sayın Seçer, Sayın Baytok.

Evet, üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

486 Sıra Sayılı Kanun Tasarısının 2. maddesi ile eklenen Ek Madde 12’de yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli I sayılı Listenin sonunda eğitim öğretim planlamacısının kadrosunun 1’den 2’ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                                        Beytullah Asil (Eskişehir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Sayın Akkuş, buyurunuz efendim. (MHP sıralarından alkışlar)

AKİF AKKUŞ (Mersin) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 2’nci maddesiyle eklenen ek madde 12 üzerinde verdiğimiz önerge hakkında söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, şu anda ülkemizde 139 tane üniversite bulunmaktadır, biz 140’ıncı üniversiteyi kurmak üzere burada birtakım çalışmalar yapıyoruz. Bu üniversitelerimizin bir kısmı “Her ile bir üniversite kurulmalı.” anlayışıyla kuruldu ve faaliyetleri de sürüyor.

Üniversitelerin açılması, bir toplumun sosyal ve kültürel seviyesinin yükselmesine doğrudan doğruya etkili olacak ve toplumun, toplum hayatının anlam kazanmasını sağlayacaktır. Buradan şunu demek istiyorum: Yani, hiçbir şekilde biz üniversite açılmasına karşı olmamalıyız, üniversiteler açılmalı ama üniversiteler yerinde açılmalı, gerektiği zaman açılmalı. Böyle her ilde bir üniversite olsun diye üniversite açılmamalı demek istiyorum. Ancak bu, ekonomik gelişmesini tamamlamış veya yüksek seviyede hayat standardı yaşayan ülkeler için gereken bir eğitim-öğretim ortamıdır.

Ülkemizde üniversite okumak isteyenler, eğitimini tamamladıktan sonra aldığı diploma ile yeni bir iş edinmeyi, standardı yüksek bir hayat yaşamayı düşünmektedirler. Birçok ana-baba çocuğunun eğitiminden elde edeceği imkânlarla kendi yaşantısının da değişeceğini düşlemektedir. Durum böyle olunca her üniversite mezunu özellikle devletten iş ve kadro istemektedir fakat devlet bu işi ve kadroyu verememektedir. Bugün yüz binlerce yükseköğretim diplomalı işsiz bulunmakta ve birçoğunun da maalesef psikolojisi bozulmuş durumdadır. Elbette ki üniversite açılmalı ancak bu açılacak üniversiteler uygun yerlerde, gelişme trendi gösterecek alanlarda açılmalıdır. Bu yasayla açılması düşünülen Türk-Alman Üniversitesinin isminde Alman isminin bulunmasının uygun olmadığını daha önceki konuşmamda belirtmiştim.

Geçtiğimiz günlerde Sayın Merkel’in ülkemizi ziyareti sırasında Almanya’da bir Türk okulunun, mesela bir Türk lisesinin kuruluşu gündeme gelmiştir. Sayın Merkel “Neden olmasın.” diye bir söz sarf etti ve biz millet olarak, özellikle de yandaş medya olarak bu sözü sanki bir lise, bir üniversite veya diğer okulları kurulmak üzere birtakım anlaşmalar yapılmış gibi dikkate aldık. Bu da beni gerçekten üzdü.  

Değerli milletvekilleri, bilindiği gibi “Söz uçar gider.” diye bir sözümüz var. Merkel bunu ayaküstü söyledi ve bu sözü de şimdiye kadar çoktan unutmuştur. Onun için bunu gerçek sanıp orada da bir üniversite kurulacağını kesinlikle düşünmeyin. Yani Merkel bir söz vermedi, “ileride olabilir” gibi dil ucuyla bir şey söyledi. Yani bir parmak bal çaldı gibi bir şey düşünebiliriz. Balın tadı da kısa bir müddet damağımızda durur, ondan sonra da kaybolur.

Bilindiği gibi, Almanya’da 3,5 milyon vatandaşımız yaşamaktadır ve onların birçoğu 1960’tan beri oradadır. Yani Alman ekonomisine emek vermişler, değer katmışlar. Bugünkü Alman ekonomisinin önemli bir kısmı bu Türk insanının emeğiyle kurulmuştur.

Almanlar oradaki vatandaşlarımıza bırakın kendi diliyle eğitim yapan bir Türk lisesi açmayı, onları asimile etmeyi düşünmektedirler. Bugün Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın ilk ve ortaöğretim çağında 500-600 bin genci bulunmaktadır. Almanya, bunlar için okul açılmasına müsaade etmez çünkü Alman ekonomisinin dayanağı olan ağır sanayinin işçiye, özellikle de vasıfsız işçiye ihtiyacı var. Almanya’daki Türk gençleri de bunun için uygun bir iş gücüdür. Almanya bu iş gücünü kaybetmek ister mi? İstemez.

Değerli milletvekilleri, yüz kırkıncı üniversiteyi kurduğumuz şu günlerde keyfî bir tutumla, yüzlerce genç bilim adamı, kadrosuzluk bahane edilerek, kariyeri hiçe sayılarak öğretim üyesi yapılmamaktadır.  

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

AKİF AKKUŞ (Devamla) – Teşekkür ederim.

Yani doktorasını bitirmiş genç bilim adamı adayları, maalesef, kadrosuzluk nedeniyle bunlar bu kadroları alamamaktadır.

Şimdi, tabii, sokakta ayakkabı boyayarak yokluk ve yoksulluk içindeki ailesinin bütçesine katkı sağlayan çocuklar gündeme bir vesileyle taşınırken yardımcı doçent kadrosu verilmeyen bilim adamları da dikkate alınmalıdır.

Değerli milletvekilleri, herhangi bir kurumda ve hatta kuruluşta eğitim-öğretim planlaması son derece önemlidir. Bir üniversitede ise bu daha da önemlidir. Bu yüzden üniversite kadroları ihdas edilirken eğitim-öğretim planlaması kadrosu en az iki olmalıdır diyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Akkuş.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

2’nci maddeyi ekindeki listeyle beraber oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Madde kabul edilmiştir.

3’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“EK MADDE 11- Yeni kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede yer alan kadrolar ihdas edilerek bu Kanun Hükmünde Kararnameye bağlı cetvel-lere, ilgili üniversite bölümü olarak eklenmiştir.”

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Şenol Bal. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Bal.

MHP GRUBU ADINA ŞENOL BAL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 486 sıra sayılı YÖK Teşkilatı Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, devamlı değiştirilen politikalar, okul eğitiminin yetersizliği, dershanelerin ahtapot gibi ilköğretimden üniversite bitimine kadar uzanmış kolları, özel hocalar, özel dersler… Yani eğitim yapabilme Türkiye’de para ile orantılı, fırsat eşitliği tamamen ortadan kalkmış durumda. Eğitim ve öğretimde fırsat eşitliğinden bahsedebilir miyiz sayın milletvekilleri? Türkiye’deki eğitim sisteminden kim memnun? Öğrenciler mi, öğretmenler mi, öğretim elemanları mı, veliler mi? Yaşam kalitesine paralel eğitim kalitesi, eğitim kalitesine paralel de yaşam kalitesi giderek düşüyor. Bu bir döngü. Üniversitelerimizde yeterli öğretim elemanı yok. Hak ettikleri şartlarda eğitim yapamamaktan öğrenciler şikâyetçi veya artık kaderlerine razı olup sorgulamaktan da vazgeçtiler. Öğrenciler bıkkın, öğrenciler mutsuz ve gelecekten umutsuz.

Türkiye’nin eğitimdeki başarısızlıklarının ve hatta bazı bakımlardan eskiye kıyasla ileriye gitmek yerine gerilemesinin ve yozlaşmasının önemli sebeplerinden biri, “üniversite” ve “üniversiteli” kavramlarının dejenere edilmesidir. Millî Eğitime bağlı devlet ve özel okullardan gelen öğrenciler yeterince bilgiyle ve kültürel birikimle donatılmadığı için çağın gereklerini ve değişimlerini kavramakta yetersiz, bütün öğrenimleri boyunca ezbere ve test sınavlarına hazırlandıkları için herhangi bir konuyu kâğıda dökerek ifade etmekte bile zorluk çekiyorlar. Sınav yorgunu ve motivasyonları tükenmiş bu gençlerimiz üniversiteye başlıyor.

Sayın milletvekilleri, özellikle Sayın Bakan; Türk milletine mensubiyet gurur ve şuuruna sahip, manevi ve kültürel değerlerimizi özümsemiş, düşünme, algılama ve problem çözme yeteneği gelişmiş, yeni gelişmelere açık,  sorgulayan, sorumluluk duygusu ve toplumsal duyarlılığı yüksek, bilim ve teknoloji üretimine yatkın, girişimci, demokrat, kültürlü ve inançlı nesillerin yetiştirilmesi millî eğitim politikamızın temel amacı olmalıdır.

Her toplumsal mesele aynı zamanda siyasi bir meseledir. Eğitim meselemiz de siyasi bir meseledir. Bir şeyler doğru gitmiyorsa, siyaset kurumu doğru program ve politikalar uygulamıyor demektir. Cumhuriyetin o ilk yıllarında, o yokluk yıllarında mutlu bir toplum yaratma amacıyla millî eğitime ne kadar büyük önem verildiğini hatırlatmak istiyorum. Türk eğitim tarihine bakıldığında, cumhuriyetin eğitim projesinin bu dönemde nasıl şahlanış gösterdiğini ama 1950’lerden sonra nasıl çok kısa sürede önünün kesildiğini bilmemiz gerekir. 1949’da Türkiye ve ABD hükûmetleri arasında eğitim komisyonu kurulması hakkında ikili anlaşma imzalanmış, o günden bu günlere, Millî Eğitim Bakanlığında Türk ve Amerikalı görevliler, Türk millî eğitimine yön verecek çalışmalar yaparak bugüne gelinmiştir. Ne oldu da kim bu ülkenin vatandaşlarının üst düzeyde eğitilmesine sessiz sedasız ambargo koydu? Bugün hızla artan ve bir sektör hâline gelen dershanecilik, özel okullar, özel kurslar nereden çıktı? Bu durumu geçmişin eğitim modelleriyle karşılaştırıp sorgulamak gerekmiyor mu? OECD üye ülkelerinin ortaöğrenim başarısını ele alan araştırmasına göre Türkiye'nin 30 üye arasında 29’uncu sırada bulunmasının sebepleri üzerinde durmamız gerekmiyor mu?

Evet, sayın milletvekilleri, üniversitelerimizle ilgili en ciddi problemlerin başında dil geliyor. Hem resmî dilimiz Türkçeyle hem de sayıları her geçen gün artan eğitim-öğretim dili olarak bir yabancı dil kullanma yolu açılan üniversitelerimizi ele alalım. Hiç şüphesiz her millet eğitim ve öğretimini kendi diliyle yapmalıdır. Millet olmanın şartlarından biri budur. Fakat Türk dilinin maruz kaldığı tahribat göz önüne alındığında, özellikle de öğretmenleri yetiştiren kurumların Türkçe eğitimi ve öğretimindeki eksikleri eklendiğinde durum vahim. Eğitimin her kademesinde eğitim dili Türkçe olmalıdır. Türkçeden başka hiçbir dil eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Bu, Anayasa’mıza da aykırıdır. Türkçenin doğru ve güzel kullanımını teminen iyi bir şekilde öğretimine önem verilmeli, ayrıca öğrencilere en az bir yabancı dilin öğretilmesinin altyapısı oluşturulmalıdır.

Sayın milletvekilleri, Asya, Afrika ve Orta Doğu’da bulunan birçok ülke bir zaman Avrupa ülkeleri tarafından kolonileştirildiklerinden bu ülkelerin dilini eğitim ve öğretim dili olarak kullanıyor. Dünyada eski koloni ülkelerinden başka yabancı dille eğitim-öğretim veren neredeyse tek ülke Türkiye. Gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler için yabancı dil hâkimiyetinin en az olduğu ülkelerden birisi de Türkiye. Yabancı dil öğretme konusunda zayıflığın da en önemli nedeni eğitim politikalarımız. Biraz önce ifade ettim, eğitim-öğretimin kendi ana dili dışında yapıldığı ülkeleri ifade ettim: Eski koloni ülkeleri. Kıta Avrupası başta olmak üzere birçok toplum bu konuda son derece muhafazakâr, hiçbirinde tümüyle yabancı dille eğitim yapan eğitim-öğretim kurumu yok. Bu ülkelerin üniversitelerinde en fazla bazı dersler yaygın dil hâline gelen İngilizce olarak açılıyor. Türkiye’de devlet üniversitesi olarak ODTÜ ve Boğaziçi İngilizce, uluslararası bir anlaşmayla kurulan Galatasaray Üniversitesi ise Fransızca eğitim ve öğretim yapıyor. Bugün ama çok sayıda özel üniversite de eğitim ve öğretim dilini İngilizce olarak belirlemiş.

Bugün burada konuştuğumuz Türk-Alman Üniversitesi de Galatasaray Üniversitesi gibi hükûmetler arasında protokollerle oluşturuluyor ve Almanca eğitim-öğretim yapacak. Sırada İtalyanlar var, İngilizler var, dahası gelecek.

Ayrıca, Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişikliklerle vakıf üniversiteleri kuruluyor biliyorsunuz ve rekabet ortamından kaynaklanan eğitim ve öğretim dili İngilizce olarak belirleniyor. Şimdi yabancı vakıf okulları da sırada sayın milletvekilleri. Anayasa’mıza göre, kâr amacı güden şirketler ve yabancılar Türkiye’de üniversite kuramıyor, ortak olamıyor ama bu madde devletler arası protokoller ile ve Vakıflar Yasası ile delindi. Bunların dışında bile yabancı şirketler tarafından örtülü olarak kurulan üniversitelerimiz yok mu değerli milletvekilleri? Sayın milletvekilleri, Osmanlının son dönemlerini hatırlatıyor bu gelişmeler. Misyoner okullarını kendi kararımızla mı kuruyoruz, oluşturuyoruz? 3,5 milyon Türk vatandaşının yaşadığı Almanya’da öncelikle, bir Türk-Alman üniversitesi olmalı değil mi? Almanya Parlamentosu niye böyle bir karar almıyor sayın milletvekilleri? Sayın Bakan, yoksa biz ricada mı bulunduk bu protokolü imzalarken Alman Hükûmetine?

1950’li yıllardan bu yana Almanya-Türkiye arasında üniversiteler arası değişim programları zaten var. Alman Akademik Değişim Servisi, iki ülke arasında imzalanan kültür anlaşması sayesinde bu iş birliği zaten güçlenerek devam etmiş. Bu kuruluşun Ankara ve İstanbul’da 10 danışmanı ve iki bilgi merkezi var. Ayrıca Türk üniversiteleriyle de ortaklıkları var, Marmara, ODTÜ, Hacettepe gibi. Marmara Üniversitesinin Almanca işletme enformatiği bölümleri ve ODTÜ’yle sosyal bilim alanında Türk-Alman master programı devam ediyor. Türk-Alman Üniversitesinin mali yükümlülüklerinin büyük ölçüde Türkiye Cumhuriyeti devletine yüklenmesi göz önüne alındığında niye Türk-Alman Üniversitesi, anlamak mümkün değil.

Değerli milletvekilleri, yabancı dil, özellikle İngilizce günümüzde geçerli. Pazarın talebine uygun eleman yetiştirme kaygısı var, üniversiteler arası giriş sınavında tercih edilme rekabeti var, uluslararası olma, yabancı öğrenci ve öğretim elemanı sağlayabilme isteği, İngilizce bilgi kaynağının çok olması, daha kolay iş bulabilme… Evet, yabancı dil bu imkânları sağlayabilir ama -bu etkenlerin önemsiz olduğunu söylemiyorum- tartıştığımız, yabancı dil öğretimi mi, yabancı dille eğitim ve öğretim mi?

YÖK üniversitelerin öğretim dilini seçmekte özgür olmasını sağlayan bir kararı yürürlüğe soktu. Üniversiteler öğretim dillerini belirleyecek, YÖK’e sunacak, YÖK onaylarsa üniversitenin veya programın öğretim dili belirlenecek. İstanbul Teknik Üniversitesi derslerin yüzde 30’unu İngilizce veriyordu, şimdi yüzde 100’ünü vermeye hazırlanıyor.

Sayın milletvekilleri, eğitim-öğretim dili Türkçe olmalıdır. Ülke bütünlüğü ve toplumsal bilinç için bu çok önemlidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ŞENOL BAL (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Millî kültür dille yakın ilişki içindedir. Dil zayıflarsa kültür zayıflar, yok olur. Kendi dilini iyi kullanmayan yabancı dili de iyi kullanamaz. Yabancı dillerin egemenliğini artırmak Türkçeyi bilim dili olmaktan çıkarıyor, yoksullaştırıyor. Dili zenginleştirmek ve bilim dili olmasını sağlamak üniversitelerin görevleri arasındadır. Bilim dili üniversitelerde oluşur. Bize düşen Türkçenin korunmasına ve zenginleştirilmesine özen göstermektir. Türkiye, Türkçe konuşan ülkelere yönelik dil konusunda öncülük görevi üstlenmelidir. Burada en önemli görev yine üniversitelere düşer.

Sayın milletvekilleri, üniversitede hazırlık sınıfı olmalıdır, ilköğretimden başlamalıdır İngilizce eğitimi ama eski kolonilerde görülen yabancı dille eğitim ve öğretim yapma garabetinin ortadan kaldırılması gerekir. Bu yüzden bu tasarıyı çekin, bu uygulamanın yolunu açmayın diyor,  hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bal.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Esfender Korkmaz. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Korkmaz.

CHP GRUBU ADINA ESFENDER KORKMAZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türk-Alman üniversite iş birliği, tarihin akışı içinde Türkiye'de önemli bir geçmişe sahiptir. 1933, İstanbul Üniversitesinde yapılan reformdan sonra Alman bilim adamlarının İstanbul Üniversitesinin gelişmesine önemli katkıları olmuştur.

Mensubu olduğum İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, 1936 yılında Ömer Celal Sarç ile birlikte Alman hocalar Neumark, Kessler, Alfred Isaac, Rüstow tarafından kurulmuştur. Benim hocam Profesör Memduh Yaşa da Neumark’ın asistanıdır. Bu Alman hocaların önünde bugün saygıyla eğiliyor ve Tanrı’dan rahmet diliyorum.

Değerli arkadaşlar, tasarının 3’üncü maddesi Türk-Alman Üniversitesi için kadro ihdas etmektedir. Ancak üniversitelere kadro tahsis etmek kolaydır, arsa ve bina tahsis etmek, vermek kolaydır; zor olan bu kadrolara insan vermektir, eleman sağlamaktır, akademisyen sağlamaktır.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin kanayan yarasıdır; artık mezunlar akademisyen olmak istemiyor. Neden istemiyor? Bakın, yeni mezun olmuş ve Sayıştaya denetçi yardımcısı olan bir elemanın, bir denetçi yardımcısının aldığı maaş 2.800 liradır. Bir araştırma görevlisinin aldığı maaş 1.730 liradır ve yeni bir profesörün aldığı maaş da 3 bin liradır. Şimdi, yeni bir profesör mezun ettiği bir Sayıştay denetçisi kadar maaş alırsa siz o ülkede yükseköğrenime nasıl akademisyen bulacaksınız, nasıl akademik kadrolara sahip olacaksınız? Yine bir Sayıştay uzman denetçisinin aldığı maaş 6 bin liradır ama otuz yıllık bir profesörün aldığı maaş 3.660 liradır.

Değerli arkadaşlar, biz demiyoruz ki Sayıştayın maaşları yüksektir ama yanlış olan üniversite akademisyenlerinin, üniversite hocalarının maaşlarıdır. Şimdi bu maaşlar karşısında, siz devamlı üniversite açıyorsunuz, aynı havuzdan eleman kullanıyorsunuz, peki nasıl sağlayacaksınız? Üniversite öğretim üyesi olmazsa üniversitede eğitim ve araştırma yapamazsınız.

Değerli arkadaşlar, üniversite öğretim üyeleri, YÖK’ten önce yurt dışına giderdi, akademik çalışma yapardı, bilimsel çalışma yapardı. YÖK’ten sonra bu giderek azaldı ve bugün hiçler seviyesindedir. Bugün, bütün bakanlıklarda denetim elemanları, uzmanlar yurt dışına gidiyor ama üniversite öğretim üyelerinin, araştırma görevlilerinin, öğretim kadrolarının yurt dışına gitmesi için Türkiye’de ödenek yoktur, kaynak yoktur. Bu şartlarda siz nasıl öğretim üyesi yetiştireceksiniz?

Bilim adamları için araştırma imkânı yoktur; kitapları basılmıyor, araştırmaları teşvik edilmiyor.

Bakın, OECD ortalaması olarak araştırma geliştirme harcamalarının millî gelirdeki payı binde 22,6’dır. Türkiye’de bunun üçte 1’i yani binde 7,3’tür. Arkadaşlar, araştırma geliştirme harcamalarının artırılması gerekiyor. Türkiye, eğer bilimsel bir tabana oturtulmak isteniyorsa araştırma geliştirme masraflarının aynı oranda artırılması gerekiyor.

Şimdi bu durumda YÖK ne yapıyor arkadaşlar? Elbette ki biz, üniversite kökenli insanlar olarak YÖK’ün çok eziyetini çektik, çok eziyetine katlandık ama bu millet de YÖK’ün eziyetine katlanıyor.

Bakın, birkaç yıl öncesine kadar YÖK’ü 1982 Anayasa’sının antidemokratik kurumu olarak tarif eden iktidar, şimdi 180 derece çark ederek YÖK’ten çok YÖK’çü oldu. Üstelik anayasa taslağında, siyasi iktidarın antidemokratik olarak gördüğü YÖK, şimdi, Anayasa üyeliği için 4 üye teklif ediyor.

Değerli arkadaşlar, 2004 yılında Sayın Sezer 22 rektör atamasından 5 adedini, 22 rektör atamasından yalnızca 5 adedini ikinci sıradan yaptı. Bu uygulamayı dramatik olarak nitelendiren bugünkü Sayın Cumhurbaşkanı şimdi ne yapıyor? Bakın, Sayın Abdullah Gül, yeni kurulan üniversiteler hariç, atadığı 25 rektörün 14’ünü ikinci ve son sıralardaki adaylardan yapmıştı.

Değerli arkadaşlar, Hükûmetin tutumu, siyasi iktidarın anlayışı yükseköğrenimi piyasa malı yapmıştır. Eğitimin paralı olması bir tarafa, eğitim, yükseköğrenim piyasa malı hâline gelmiştir yani sosyal özelliği ortadan kaybolmuştur. Vakıf üniversitelerinin ücretlerine bakın, 10-15 bin lira ile KDV hariç 25 bin liradır. Dikkatinizi çekerim, “KDV hariç, KDV dâhil” diye, üniversite fiyatları gazetelerde anons ediliyor. Değerli arkadaşlar, 25 bin lira artı KDV ne demektir biliyor musunuz? 2 çocuklu, evli bir asgari ücretlinin üç sene dokuz aylık maaşı demektir. Değerli arkadaşlar, bu, hangi sosyal düzene uyar? Bu, hangi fırsat eşitliğine uyar? Sayıları 50’ye ulaşan -45 artı 5 de geliyor- vakıf üniversiteleri, yükseköğrenimdeki toplam öğrencilerin onda 1’inden azını yani yüzde 8,69’unu okutuyor. Devlet üniversitelerinde de harçlar yüksek. Biz, üniversitede harcını ödeyemediği için kaydı silinen birçok öğrenci tanırız.

Ardahan ve Muş gibi illerde, dershane olmadığı için yahut da dershane olduğu hâlde halkın parası olmadığı için, öğrencinin gidecek kudreti, gücü olmadığı için, öğrenciler sınavlarda en son sıralardadır ve Türkiye'nin şunu unutmaması lazım: Dershaneye gidip taktik alamadığı için son üniversite sınavlarında 30 bin gencimiz sıfır çekmiştir. Bu, bir ülkede yükseköğrenimin iflası demektir. Eğitimde fırsat eşitliği olmazsa bir ülkede, o ülkede sosyal kastlaşma olur ve sosyal kastlaşma da terör demektir, anarşi demektir.

Değerli arkadaşlar, Türk-Alman Üniversitesinden mezun olanlar, düşündünüz mü, Türkiye’de mi çalışır, Almanya’da mı çalışır? Türkiye zaten yeteri kadar beyin göçü veriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

ESFENDER KORKMAZ (Devamla) – Biz, Türkiye’de eğitiyoruz, uzman yapıyoruz, masrafına katlanıyoruz, bunları hazır kurulu fabrikalar gibi gelişmiş ülkelere peşkeş çekiyoruz. Türkiye’de özellikle yükseköğrenimde iş gücü planlaması yapılmıyor, bir yandan 5,5 milyon fiilî işsiz var, öte yandan sanayici tornacı bulamıyor, kaynakçı bulamıyor, presçi bulamıyor ve bunları bulamadığını ifade ediyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye’de neden ara eleman yetiştiren bir eğitim sistemi yok? Eğitimde kavga neden yalnızca imam-hatip üzerine sürdürülüyor? Bu sorulara Sayın Bakanın inandırıcı bir açıklama yapmasını umuyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Korkmaz.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Muş Milletvekili Sırrı Sakık.

Buyurunuz Sayın Sakık.

BDP GRUBU ADINA SIRRI SAKIK (Muş) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; ben de grubum adına hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Biz bu yasaya karşı değiliz yani üniversiteler açılsın ama asıl bizim eleştirimiz… Yani sürekli kardeşlik noktasında vurgular yapılırken birlikte cumhuriyeti inşa eden, birlikte ortak bir vatanı kuran diğer halklara haksızlık yapıldığı temelindeki düşüncelerimizi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Sevgili Yaşar Kemal diyor ki: “Bir dili yasaklamak bir insanı öldürmekten beterdir.” Siz bu ülkeyi yönetenler, sadece, hayatı tek kimliğe kilitlediniz ve seksen altı yıldır hayatı bir tek Türk kimliğine kilitlediniz ve diğer kimlikleri yok saydınız; Kürtler yok, Ermeniler yok, Aleviler yok, Rumlar yok, Süryaniler yok… İşte, ülkenin harcında, temelinde emeği olan insanların hakkını hukukunu yerli yerine oturtmak, bugün işte yeniden bir anayasal değişiklik var, işte buradan başlayarak iç barışımızı sağlayabiliriz. Bir dili yasaklamak bir insanı öldürmek gibiyse bir dil bir kandil gibidir. Kandil nasıl ki insanın ruhunu aydınlatır, bir dil de insanın ruhunu o şekilde aydınlatır. Yıllardır yok saydığınız bu dilleri ne zaman kabul edeceksiniz? Ne zaman bu dilleri yasal ve anayasal düzeyde güvence altına alacaksınız? Bu ülkede yaşayabilmenin bedelini bu kadar çok ağır ödedik, acaba yetmedi mi? Yani yeniden hayatı dizayn etme fırsatı varken, Parlamentoya yeniden, birkaç gün içerisinde gelecek olan bu yeni anayasa taslağında bu diller üzerindeki yasağı kaldırma şansımız yok mudur?

İlkokuldan başlayan ret ve inkâr politikaları hayatın her alanında devam ediyor. İlkokula çocuklarımızı gönderiyoruz, başlıyor sabahtan itibaren “Türk'üm, doğruyum, çalışkanım, bilmem neyim…” Peki, Türk olmayanlar doğru değil mi, bunlar samimi değiller mi? Acaba, bu demode olmuş şeyleri, Sayın Bakanım, kaldıramayız mı? Eğer barışı sağlayacaksak, gerçekten, çocuklarımıza yıllardır bu ırkçı şeyleri söyleterek nereye kadar varabiliriz? Çocuklarımızı farklı şekilde yönlendiriyoruz. Dağlara taşlara “Ne mutlu Türk'üm…” yazıyoruz. Acaba bu ülkede gerçekten herkes mutlu mudur? Binlerce insan sokaklarda, binlerce insan eğitim alamıyor ama biz, biz bize sürekli Türkçülük yaparak, sürekli Türkçülüğü pompalayarak ta bugünlere kadar geldik. Artık deniz bitti. Buradan çağrıda bulunuyoruz: Sevgili arkadaşlar, eğer gerçekten bu ülkede iç barışımızı inşa etmek istiyorsak gelin hep birlikte yeni bir sayfa açalım. Yani okullardan, ilkokuldan başlayan “Ali topu Kaya’ya at.” Sadece Ali, Kaya; bunlar kendi aralarında top oynuyor. Oysaki bu ülkenin farklı renkleri var, farklı isimleri var. Acaba desek ki “Ali topu Agop’a at, Agop sen de Şaron’a at, Şaron sen Heval’a at, Heval sen de tut, topu Sayın Tayyip Erdoğan’a at.” Kıyamet mi kopar, ne olur? Peki gelin bunun ruhuna uygun davranalım. Ne olur? Diğer halkları bu kadar aşağılayan bir edayla yıllardır bu ülkede siyaseti dizayn ettiniz, sonuç alabildiniz mi? Yani, teklik, politikası sorunlarımızı çözdü mü? Çözmedi. Onun için, teklik politikalarından hepimizin bir an önce vazgeçmemiz lazım.

Osmanlıya dönün bakın: Osmanlıda İstanbul’da Kürt üniversitesi var, dönün Harran’da, Osmanlı döneminde, Kürt üniversitesi var, Diyarbakır’da Kürt üniversitesi var, Van’da Kürt üniversitesi var. O dönemde bu sorunlar bu kadar da kanlı, şiddetli bir şekilde gündeme gelmiyordu. Gelin, bunun ruhuna uygun davranalım. Gelin, birlikte hayatı dizayn ettiğimiz halklarla hayatımızı yeniden, yeniden dizayn edelim.

Sayın Başbakan gidiyor, her yerde, gittiğinde, işte asimilasyon politikalarından bahsediyor. Almanya’daki yaşayan vatandaşlarımız için bütün Avrupa ülkelerinde, asimilasyonun bir insanlık suçu olduğunu söylüyor; biz de onu söylüyoruz. Peki siz, Avrupa’da, dünyanın dört bir yerinde, Türkler için asimilasyonun insanlık suçu olduğunu söylüyorsunuz ama siz burada seksen yedi yıldır asimilasyon politikalarını uyguluyorsunuz ve halkları yok sayıyorsunuz. Peki siz bunları söylediğinizde, siz uluslararası arenada çok ciddiye alınıyor musunuz? Hayır. Sizin temsilcileriniz ne diyor? Almanya’da Büyükelçimiz diyordu ki: “Bizde Kürt sorunu yok.” Bir Alman bakan çıktı dedi ki: “Vallahi, bizde 700 bin Kürt var, bizde Kürt sorunu var ama sizde 20 milyon Kürt var, sizde Kürt sorunu yoksa o da sizin sorununuz.” Şimdi, onun için, bir şey söylediğimizde dönüp arkamıza bakmalıyız, gerçekten söylediklerimiz uluslararası arenada ne kadar ciddiye alınıyor?

Önemli bir süreçten geçtiğimizi söylüyoruz ve gerçekten, yeniden çağrıda bulunuyoruz: Eğer yeniden bir anayasa dizayn edilecekse ilk önce bu 42’nci maddedeki teklik bir an önce ortadan kaldırılmalıdır, diğer halkların da kendi dilleriyle kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir alan açılmalıdır. Bakın, yanı başımızda, hiç beğenmediğimiz Irak’taki Kürt bölgesinde birkaç tane resmî dil var: Yani Türkmence resmî dildir, Süryanice, Kürtçe… Ülke hiç bölünüp parçalanmıyor. Burada resmî dile bir itiraz da yok ama Kürtler de kendi dillerini özgürce ifade etmek istiyorlar.

Geçen gece bir televizyon programında, İstanbul’da, bir Kürt çocuğuna soruyorlar: “Ne yapıyorsunuz?” “Bizim evimizi yıktınız. Bizi oralardan sürdünüz. Geldik, buralarda eğitim alamıyoruz.” diyor. Biraz önce buralarda tartışılıyordu, ayakkabı boyacısı, bilmem ne yapılıyor falan. Peki, buralardaki çocuklar kimin çocukları? Kürt çocukları olunca hiçbirinizden ses çıkmıyor. 3 bin Kürt çocuğu cezaevinde. On dört yaşındaki Berivan da o ayakkabı boyacısı kadar mağdur ve cezaevinde. Bununla ilgili tek kelime söylenmiyor ama o kız çocuğu diyor ki: “Biz okula gittiğimizde bizimle alay ediyorlar, elimizde erkek çantası olduğu için diğer varlıklı aile çocukları bizimle alay ediyor.” İşte, ülkemizden manzaralar. “Biz çıkıp gidiyoruz, okul sonrası dışarıda tartı aracıyla 1 liraya çalışıyoruz ve sonra bu 1 lirayı getirip eve veriyoruz, 25 kuruşunu annem bize bir meyve suyu almak için veriyor, ben ve kardeşim okulda bunu paylaşıyoruz.” diyor.

Şimdi Kürt çocuklarının konumu bu. 3 bin Kürt çocuğu cezaevinde ve hiç kimsenin sesi çıkmıyor. “Ya, bu çocuklar bizim çocuklarımız. Bu çocukları büyütüp, besleyip bu çocukları okutmak boynumuzun borcu, sosyal devletin bir görevdir.” demiyor kimse ama sorun küçük bir şeyde olunca… Gidin, bütün Kürt bölgesinde, bütün çocukların elinde ayakkabı fırçası ve elinde terliklerle dolaşıyor. Yani Sayın Vural’ın ayakkabısını boyayan çocuk gündeme gelebiliyor; bütün çocuklar gelmelidir. Hemen hemen bölgede her Kürt çocuğunun elinde bu manzarayı görebilirsiniz. Onun için, çocuklar arasında ayrımcılık yapmamalıyız.

Hepimize düşen tek bir sorumluluk vardır, bu çocukların geleceğiyle ilgili, dili, kültürü, geleceğiyle ilgili ortak projeler üretmeliyiz. Yani Parlamento bu noktada bir adım atabilirse… Eminim ki hiçbirimizin çocuklara karşı bir düşmanlığı olmaz. Onun için, bütün partiler, çocuklarla ilgili, ilk önce dil ve kültürden başlayan ve gelecekle ilgili projeleri ortaya koymalıdır. Bu bir lütuf da değildir. Bizim, çocuklarımıza karşı bir sorumluluğumuz varsa, halkımıza karşı bir sorumluluğumuz varsa bunu bir an önce yapmalıyız.

Önümüzdeki günlerde buraya gelecek çocuklarla ilgili yasa bir an önce gelmelidir. Bu çocuklar, on dört-on beş yaşındaki çocuklar yaşları kadar ceza aldılar ve bu çocuklar cezaevinde ve aileleri büyük bir mağduriyet içerisindedirler. Bu çocukların özgürlüklerine kavuşması için de… Sayın Bakanımız da öncülük edebilir… Adalet Bakanlığının da bu konuda gönderdikleri yasa tasarısı çocukları bir bütün olarak bu zalimane politikalardan kurtarmıyor. Onun için, gerçekten, hepimizin, kendi kimliklerimizi aşarak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

SIRRI SAKIK (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

…kendi kimliklerimizi, kendi parti menfaatlerimizi… Yani oy uğruna, bilmem gelecekteki iktidar uğruna hiç kimsenin bunları elinin tersiyle itmeye hiç mi hiç hakkı yoktur. O vesileyle, hepimizin gerçekten… Hep söylüyoruz, hukukun ve huzurun ülkesi… Eşit yurttaşlık temelinde yasaların ve Anayasa’nın bir an önce değiştirilmesi gerekir. Bu konuda sorumluluk iktidar partisindedir, iktidar partisi bu adımları atmalıdır. Atabilirse, olumlu adımlar atılırsa biz de tabii ki bunu destekleriz ama olumsuz olduğu zaman da hiç kimsenin de bizim ruhumuzun, bedenimizin efendisi olmadığını söylemek istiyorum.

Hepinize teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Sakık.

Şahsı adına Bursa Milletvekili Necati Özensoy.

Buyurunuz Sayın Özensoy.

NECATİ ÖZENSOY (Bursa) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi şahsım adına selamlıyorum.

Bugünkü konuyla ilgili, Alman Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili epeyce konuşmalar yapıldı. Bunların bir kısmı da bu üniversitenin hangi ilde, nereye, nasıl kurulacağıyla ilgiliydi. Tabii, bütün bu değerlendirmelerin sonucunda yine, ben, ilim olan Bursa’da da son bir yıldır ikinci üniversitenin kurulmasıyla alakalı gelişmeler ve yoğun gündem olduğunu ifade ederek ben, bu üniversitelerin kurulmasıyla alakalı herhangi bir teknik veya bilimsel bir kriterin olup olmadığını da işin doğrusu merak ediyorum. Bazı raporlarda ifade ediliyor, AB müktesebatı çerçevesinde etkin ve kontrol edilebilir bir üniversite için öğrenci sayılarının maksimum 15-20 bin, diğer bir yaklaşıma göre de 1 milyon nüfusa 1 üniversite olması noktasında değerlendirmeler var ama Bursa’nın nüfusu yaklaşık 2,5 milyon ve sadece 1 üniversite var, İzmir’de 3 milyon 800 bin nüfusa karşılık 6 üniversite var, Eskişehir’de 725 bin nüfusa karşılık 2 üniversite var ve 3’üncü üniversite de kurulmak üzere gibi kriterler var ama Bursa maalesef uzunca yıllardır sadece bir üniversiteyle yetiniyor.

Tabii, Sayın Bakan Faruk Çelik bir müjde verdi Bursa’da üniversite kurulacağıyla ilgili ve teknik üniversite olması konusunda. Ama ben şunu ifade edeyim: Biz 25/4/2008’de Milliyetçi Hareket Partili 3 Bursa milletvekili olarak ikinci, bir teknik üniversitenin kurulması için kanun teklifi vermiştik. Yani bu tartışmanın aslında bizim verdiğimiz kanun teklifinden itibaren yapılması ve hayata geçirilmesi gerekirdi.

Bursa, hızla büyüyen bir şehir, Bursa, ARGE kenti olması gereken bir şehir. Bursa’nın gelecekte ihtiyaç duyduğu mühendis nitelikleri belirgin değil. Sadece otomotiv sektöründe acil olarak 2 bin nitelikli mühendis ihtiyacı mevcut. Bursalı öğrenciler başka şehirlerde mühendislik eğitimi almak zorundalar. Ben kimya mühendisiyim, Ankara’da eğitimimi tamamladım. Hâlâ Bursa’da bir kimya mühendisliği bölümü yok. Bunun dışında başka mühendislik dallarında da maalesef eğitimler yok.

Yine başka illerden örnekler verirsek yerleşim noktasında, öğrenciyi barındırma noktasında, Konya’da Selçuk Üniversitesi var, 80 bin öğrenci barınıyor, 2 milyon 200 bin nüfus var; Sakarya Üniversitesi 40 bin öğrenciyi barındırıyor 800 bin nüfusa karşılık; Süleyman Demirel Üniversitesi 33 bin öğrenciyi barındırıyor 600 bin nüfusa karşılık. Bursa, 2,5 milyon nüfusa karşılık sadece 44 bin öğrenciyi barındırıyor. Yani bunları bu şekilde yan yana değerlendirdiğimizde, orantıladığımızda maalesef Bursa son dönemlerde özellikle bütçeden aldığı katkılar, paylar doğrultusunda her zaman olduğu gibi yine haksızlığa uğramış durumda.

Ben, Sayın Bakan hazır buradayken Bursa’nın ortaöğretimiyle ilgili de bilgi vermek istiyorum. Belki dikkatinden kaçmıştır Sayın Bakanın. Bursa, dördüncü büyük vilayet, ekonomiye katkıda ön sıralarda. İhracatta 2’nci büyük vilayet ama OKS’de il sıralamasında Bursa 32’nci sırada kalmış, yine, 2009’da ortaöğretim yerleştirme puanı esas alındığında 38’inci sırada kalmış.

H. HAMİT HOMRİŞ (Bursa) – Necati Bey, Sayın Bakan seni dinlemiyor galiba.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Sayın Bakan dinlemez tabii, önemli değil onun için.

Bir de ülke geneli ÖSS sıralamasına baktığımızda eşit ağırlıklı sıralamada 33’üncü sırada, sözelde 51’inci olabilmiş 2008 yılında. Yine, 2009’da eşit ağırlıklıda 27’nci, sözelde 41’inci olabilmiş. 145 puan üstü alanlar sıralamasında ise Bursa yine maalesef 41’inci sırada yani 81 ilde 41’inci olabilen bir Bursa.

Çelişkiye bakın, Bursa ülkemizde her alanda 4’üncü büyük il. Yine ifade ettiğim gibi, ülke ekonomisine katkıda ön sıralarda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

NECATİ ÖZENSOY (Devamla) – Teşekkür ederim.

Özellikle de Yüzde Yüz Eğitim Kampanyası’nda da Türkiye şampiyonu Bursa. Yani Bursa’ya yapılan bütün eğitim yatırımları özel sektörler tarafından gerçekleştirilmiş.

Bir başka konuyu da, biraz skandal olabilecek bir konuyu da Sayın Bakanın dikkatlerine sunmak istiyorum. Sayın Bakan hassasiyet göstererek okullardaki kantincilerden sabıka kaydı istiyor. Yani kötü, yüz kızartıcı suçlar işleyenlere kantincilik yaptırmamak yani öğrencilerin içerisinde bulunmamasını istiyor. Doğrudur ama Bursa’da İŞKUR’un “Toplum Yararına Çalışma Projesi” adı altında Millî Eğitim Bakanlığı kurumlarında iki aylık ve altı aylık dilimde tam 1.700 kişi çalıştı. Bitmek üzere, bir haftaya kadar da bitecek ama buraya başvurup da bu çalışan 1.700 kişiden sadece ve sadece ilkokul diploması istendi.

Bunu da Sayın Bakanın -haberi var mıdır, yok mudur- dikkatlerine sunuyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özensoy.

Şahsı adına Amasya Milletvekili Avni Erdemir.

Buyurunuz Sayın Erdemir. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

AVNİ ERDEMİR (Amasya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbul’da Türk-Alman Üniversitesi kurulmasını öngören 486 sıra sayılı Kanun Tasarısı’nın 3’üncü maddesi üzerine şahsım adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türk-Alman ilişkileri başka Avrupa ülkeleriyle mukayese edilemeyecek boyutta farklı kültürel, sosyolojik ve ekonomik özelliğe sahiptir. Zira, Türkiye ve Almanya arasında çok özel tarihî, köklü bir iş birliği mevcuttur. Bugün Almanya, Türkiye'nin en büyük ticaret ortağıdır. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 22 milyar avroyu geçmiş, Türkiye’de yatırım yapan Alman şirketi sayısı yaklaşık 3 bini bulmuştur. Almanya’da yaşayan Türk sayısı ise yaklaşık 3 milyonun üzerindedir. Türkiye’ye yerleşen Alman sayısı 70 bindir. Almanya’dan geçen yıl gelen turist sayısı 4 milyondan fazladır. Almanya’da yaşayan Türk işverenlerinin sayısı yaklaşık 70 bindir. Mevcut durumda 140 civarında Türkiye merkezli firma Federal Almanya’da faaliyet göstermektedir. Bütün bunlar, Türkiye-Almanya ilişkilerinin boyutunu göstermesi bakımından elbette önemlidir.

Türk-Alman ilişkileri Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyelik süreci kapsamında son yıllarda her zamankinden daha önemli bir özellik arz ediyor. Bu manada, Türk-Alman Üniversitesinin bilim ve araştırma açısından iki ülkeye önemli katkılar sağlayacağını düşünüyorum. Türk-Alman Üniversitesi sadece öğrencilerimiz ve bilim adamlarımızı birbirine daha da yakınlaştırmayacak, bu Üniversite, aynı zamanda siyasi ve toplumsal alanda iki ülke arasında sıkı olan ilişkilere yeni bir ivme kazandıracaktır. Diğer bir ifadeyle, Alman Üniversitesi yalnızca mevcut ilişkileri daha ileriye taşımayacak, aynı zamanda Türk-Alman bilimsel ilişkilerinin zengin tarihiyle bütünleşecektir. Türk-Alman bilimsel iş birliğinin temeli cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından Alman bilim adamlarının Türkiye’ye kabul edilmesiyle atılmıştır. Bu Alman bilim adamları, genç cumhuriyet Türkiyesi’nin modernleşme sürecine özellikle eğitim, teknik ve sanat alanında önemli katkılar sağlamıştır. Bu yönüyle, kurulacak olan Türk-Alman üniversitesi, Atatürk’ün başlattığı projenin günümüz ihtiyaçlarını karşılayan bir devamıdır. Bu manada Almanya’da Türkçe eğitim veren okulların açılabileceğini Almanya Başbakanının ağzından duymak elbette sevindirici bir durum. Zira Türklerin Almanya’daki özel durumlarını dikkate alan, Türkçenin ve Almancanın öğretildiği okulların varlığı iki ülkenin de menfaatine olacaktır. Almanya’daki Türklerin yaşadığı toplumla uyum içinde yaşaması ne kadar önemliyse Almanya’da geçmişlerini, kültürlerini, geleneklerini unutmadan yaşamaları da elbette o kadar önemlidir.

Değerli milletvekilleri, yedi buçuk yıllık AK PARTİ İktidarı her alanda olduğu gibi yükseköğretimde de atılım yılları olmuştur. 2003 öncesinde ülkemizde 53 devlet, 23 vakıf üniversitesi olmak üzere 76 üniversite mevcuttu. AK PARTİ İktidarında 2003-2009 arasında 41 devlet, 22 vakıf üniversitesi olmak üzere 63 yeni üniversite kurulmuştur. Şu anda 94 devlet, 45 vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 139 üniversitemiz mevcuttur. Artık üniversitesi olmayan ilimiz kalmamıştır. Bugün kurduğumuz Türk-Alman Üniversitesi 140’ıncı üniversitemiz oluyor. Yükseköğretime olan talebin karşılanması Dokuzuncu Kalkınma Planı’nda 2012-2013 yılı için hedeflenen yüzde 48’lik okullaşma oranına ulaşılabilmesi için elbette yeni üniversitelere ihtiyaç vardır. İnşallah o hedefe ulaşmak da yine AK PARTİ İktidarına nasip olacaktır.

Bu vesileyle, kurulacak olan Türk-Alman Üniversitesinin ülkemiz, milletimiz, eğitim camiamız ve Türk-Alman ilişkileri bakımından hayırlar getirmesini diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (AK PARTİ sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Erdemir.

Sayın milletvekilleri, şimdi soru-cevap işlemine geçiyoruz.

Sayın Taner, Sayın Güvel, Sayın Köse, Sayın Bulut, Sayın Yıldız, Sayın Nalcı sisteme girmişler. Sırayla söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Taner.

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, belediye imar planlarında okul yeri olarak ayrılmış olan yerlerin toplam istimlak değeri ne kadardır? Bakanlığınızın yatırım bütçesi ne kadardır?

İki: Yıllardır istimlak edilemeyen yerlerin hiç olmazsa emlak vergilerini Bakanlık olarak ödemeyi düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Taner.

Sayın Güvel…

HULUSİ GÜVEL (Adana) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Bakan, 2002 yılında ihalesi yapılan Adana Öğretmenevi inşaatı, 2010 yılındayız, hâlâ hizmete açılmamıştır. Adana Öğretmenevi ne zaman hizmete açılacaktır? Bakanlığınızın Öğretmenevini hizmete açma konusunda bir çalışması var mıdır? Yap-işlet-devret modeliyle birilerine verileceği söylentisi Adana’da yaygındır. Bu doğru mudur?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Güvel.

Sayın Köse…

ŞEVKET KÖSE (Adıyaman) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Türkiye genelinde tüm okullarda yardımcı personel sıkıntısı vardır. Bundan dolayı okullardaki temizlik işleri yeterince yapılamamaktadır. Yardımcı personel kadrosu açmayı düşünüyor musunuz?

İki: Adıyaman’da meslek öğretmeni sayısı yetersiz olduğundan, ücretli, branş dışı öğretmenler derse girmektedir. Önleyici tedbir almayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Köse.

Sayın Bulut…

AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Teşekkür ederim.

Sayın Bakanım, Almanya nüfuz alanını genişletmeye çalışmaktadır. Bunun için Kanada’ya ve Güney Afrika’ya göçmenler göndermekte, oradaki kolonilerini zenginleştirmeye çalışmaktadır. “Türkiye’de kurulmuş olan bu üniversitenin benzerini Almanlar başka ülkelerde de kurmuş mudur?” diye demin sordum, cevap alamadım. Bu üniversitenin kurulma teklifi sizden mi gitti, yoksa onlar mı bize böyle bir üniversite kurulmasını teklif ettiler? Bunun cevabını bekliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.

Sayın Yıldız…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak bir başka ülkede masrafları o ülkece karşılanan bir üniversite kurulmuş mudur?

İki: Bir başka ülkede masrafları Türkiye Cumhuriyeti devletince karşılanarak kurulan üniversite var mıdır?

Üç: Ülkemizde ilçelerde kurulmuş üniversite var mıdır?

Dört: Bütün illerimizde en az birer üniversite kurulduğuna göre üniversite kurulmaya uygun ilçelerde de üniversite kurmayı düşünüyor musunuz?

Teşekkür ediyorum Sayın Bakanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Yıldız.

Sayın Nalcı…

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi daha yeni kurulmuş bir üniversite olup birimlerini tamamlamaya çalışmaktadır. Namık Kemal Üniversitesinin 250 yataklı bir hastaneye ihtiyacı vardır. Bununla ilgili herhangi bir çalışmanız var mı, ödenekleri belli mi, 2011 programına acaba konacak mı?

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Nalcı.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Taner’in sorusuyla başlamak istiyorum. “Okul yeri olarak ayrılan yerlerin istimlak bedelleri ne kadardır ve yatırım bütçeniz ne kadardır?” diye bir soru geldi. İllerde imar planlamaları yapılırken, bu planlar çerçevesinde o günün değil gelecekte de eğitim-öğretim ihtiyacı olabilir ihtimaline binaen belli bölgeler ayrılıyor bildiğiniz gibi. Millî Eğitim Bakanlığı da hem Bakanlığın yatırım bütçesi çerçevesinde hem de hayırseverler tarafından Eğitime Yüzde Yüz Destek Kampanyası çerçevesinde bu eğitim için ayrılan yerlere eğitim ve öğretim kurumlarını yapıyor bildiğiniz üzere. Bu yıl itibarıyla yatırım bütçemiz 1,8 milyar lira civarında.

Siz ayrıca, Maliye Bakanlığından kamulaştırma için bir bedel ayrılıp ayrılmadığını sordunuz. Genellikle, illerde, ilköğretim ödeneklerinin tamamı illerde valilikler ve il özel idareleri tarafından kullanıldığı için, bu çerçevede illerde okul yeri olarak kamulaştırmayı gerekli kılan yerler varsa valilerimiz tarafından kararlaştırılıyor ve alınıyor. Doğrusu, bugün ihtiyacımız olduğu hâlde, okul yeri olarak ayrılan ama ihtiyacımız olmayan yerler bulunduğu gibi, ihtiyacımız olduğu, okul yapamadığımız yerler de bulunmakta. Dolayısıyla çok fazla bunların kamulaştırılması talebiyle biz de Bakanlık olarak karşı karşıyayız. Diğer taraftan, madem bu kamulaştırma gerçekleşmeyecek, bedelsiz olarak devletin uzun yıllar özel bir şahsa ait mülkiyet üzerinde tasarruf yapmasının sıkıntı doğuracağından, itiraz da, bize de bu konuda şikâyetler geliyor. Ama takdir edersiniz ki Millî Eğitim Bakanlığı olarak her şeyden önce öğrencilerin eğitim ve öğretim görebilecekleri kurumların planlanmasının kısa vadeli değil çok daha uzun vadeli planlamalarını yapmak durumundayız. Dolayısıyla okul yeri olarak ayrılmış bir yerin kamulaştırma bedeli bizde olmasa dahi şu anda, gelecekte kamulaştırıp bu bina yapma ihtimalimize binaen şu anda herhangi bir şekilde onların üzerindeki imar değişikliklerini uygun görmüyoruz. Bize bu konuda çok fazla müracaat geliyor Bakanlığımıza belediyelerimizden ama imar değişikliklerine izin vermiyoruz şu anda.

Adana Öğretmenevi inşaatına ilişkin Sayın Güvel’in bir sorusu vardı “Yap-işlet-devret modeliyle devredilecek mi?” Adana Öğretmenevine çok uzun zaman önce inşaatın başlamasına rağmen yatırım alamadığını söylemişti. Bakanlığımız özellikle çok küçük yerlerde, kırsalda ve sosyal anlamda tesise ihtiyaç bulunan yerlerdeki öğretmenevlerini teşvik etmekle birlikte politik olarak, büyük kentlerde bu tür kurumlara herhangi bir yatırım ödeneği bütçesi ayırmamaktadır. Dolayısıyla tamamlanamamasının nedeni budur. Yap-işlet-devret modeliyle herhangi bir yere verilme çabasına dair bende bir bilgi yok ama bu konuya ilişkin daha ayrıntılı bir bilgiyi ben Sayın Güvel’e yazılı olarak vereyim. Aynı şey öğretmenevlerine ilişkin genel olarak bir sorun olarak bize iletiliyor.

Sayın Köse’nin Adıyaman’da meslek öğretmenlerinin eksikliğine ilişkin bir itirazı oldu. Okullarımızda eğitim-öğretim dönemi içerisinde öğretmen ihtiyacımız hepinizin de bildiği gibi kadrolu, sözleşmeli, ücretli ve vekil öğretmen olmak üzere dört ayrı modelde ve modüler sistemde İLSİS modülüne göre uygun şartlarda atama yöntemiyle yapılıyor. Dolayısıyla başta mesleki eğitim de olmak üzere, alan öğretmenleri, her biri, belirlenen şartlarla yapılıyor. Hiçbir ilimizin diğer ilimize göre önceliği ve farklılığı, ayrıcalığı olmadığı gibi, bu planlamalar yapılırken iller bütün olarak bilgisayarda ve sistemin tayin ettiği ölçüde, adaletli ve eşit bir şekilde dağıtılıyor.

Şu anda sadece Adıyaman üzerinde değil, eğer bir açık söz konusuysa da mesleki eğitimde, bu Türkiye genelinde bazı yerlerde söz konusudur ama şu anda benim aldığım bilgiye göre, daha önce soru önergelerine de konu edildiği için bu mesele, boş geçen ders söz konusu değil çünkü biz bunu kadrolu ve sözleşmeli öğretmenlerle dolduramadığımız yerde, ücretli ve vekil öğretmenler yoluyla dolduruyoruz ve herhangi bir şekilde öğrencilerimizin dersleri boş geçmiyor.

Sürem doldu mu Sayın Başkanım? Sürem dolduysa eğer yazılı cevaplandırayım.

BAŞKAN – Bir dakika daha süreniz var, bir buçuk dakikaya yakın.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Evet, Sayın Yıldız’ın bir sorusu vardı “Türkiye Cumhuriyeti devletinin herhangi bir ülkede üniversitesi var mı arazi tahsis edilen?” diye. Şu anda benim aklıma ilk olarak gelen birkaç üniversite var. Kazak Üniversitesi, Kırgızistan Manas Üniversitesi. Bunlar hep Türk ortaklığıyla birlikte kurulmuş üniversiteler. Sadece Türk üniversitesi olarak kurulan yerler de var şu anda yani herhangi bir iki ülke ortaklığı olmaksızın. Ama daha ayrıntılı bir bilgiyi de ben size yazılı olarak sunayım.

Tekirdağ Üniversitesinin Namık Kemal Hastanesine ilişkin soruyu tam…

HÜSEYİN YILDIZ (Antalya) – Sayın Bakan, “İlçelerde de üniversite kurmayı düşünüyor musunuz?” diye de sormuştum.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Pardon, evet, “İlçelerde de üniversite kurmayı düşünüyor musunuz?” diye bir soru vardı. “Şu anda ilçelerde bir üniversite var mı?” diye sormuştunuz. Şu anda ilçelerde kurulan bir üniversite söz konusu değil, en azından devlet üniversitesi olarak yok. Vakıf üniversitesi olarak da girişimler var bildiğim kadarıyla şu anda. O konuda bir engelleyici tutum içerisinde değiliz ama ilçeler üzerinde, ilçelerde henüz bir üniversite kurma konusunda bir düşünce oluşmadı. Yani kurulacağını düşünmüyorum şu aşamada ama ileride ne olur bunu bilmiyorum.

Tekirdağ’la ilgili bir soru da Namık Kemal Hastanesine ilişkin. Ben sorunun devamını tam olarak anlayamadım. Hastanenin inşaatına ilişkindi zannedersem...

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Hayır, üniversitenin 250 yataklı bir hastaneye ihtiyacı var. Bununla ilgili bir çalışma var mı?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Ben yazılı olarak cevap vereyim. Bu konuda herhangi bir bilgim yok. Teşekkür ederim.

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

Madde üzerinde iki önerge vardır, sırasıyla okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

486 Sıra Sayılı Kanunun Tasarısının 3. maddesi ile eklenen Ek Madde 11 de Yeni Kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede Psikolog serbest kadro adedini 1 den 2 ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                               

Beytullah Asil

Hasan Çalış

Akif Akkuş

 

 

Eskişehir

Karaman

Mersin

 

Hüseyin Yıldız

Cemaleddin Uslu

Kürşat Atılgan

 

Antalya

Edirne

Adana

T.B.M.M. Başkanlığı’na

Görüşülmekte olan 486 Sıra Sayılı yasa tasarısının üçüncü maddesinde yer alan Ek Madde 11’in II sayılı listede yer alan 4. derecede programcı sayısının serbest kadro sayısının 5 olarak belirlenmesini arz ederiz.

Saygılarımızla.

 

Ferit Mevlüt Aslanoğlu

Rahmi Güner

Turgut Dibek

 

Malatya

Ordu

Kırklareli

 

Osman Kaptan

Orhan Ziya Diren

Muharrem İnce

 

Antalya

Tokat

Yalova

 

 

Sacid Yıldız

 

 

 

İstanbul

 

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Kim konuşacak efendim?

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: İlave kadronun belirli bir süre sonra verilmesi amacıyla.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

486 Sıra Sayılı Kanunun Tasarısının 3. maddesi ile eklenen Ek Madde 11 de Yeni Kurulan Türk-Alman Üniversitesinde kullanılmak üzere ekli (II) sayılı listede Psikolog serbest kadro adedini 1 den 2 ye çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

                                                                        Beytullah Asil (Eskişehir) ve arkadaşları

BAŞKAN – Komisyon önergeye katılıyor mu?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKAN VEKİLİ RECAİ BERBER (Manisa) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hükûmet?

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

MEHMET ŞANDIR (Mersin) – Sayın Kürşat Atılgan konuşacak efendim.

BAŞKAN – Sayın Atılgan, buyurunuz. (MHP sıralarından alkışlar)

KÜRŞAT ATILGAN (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanunun 3’üncü maddesi üzerinde vermiş olduğumuz önerge üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, üniversiteler birer ilim merkezidir, düşünceyi açan, sebep-sonuç ilişkilerini kurmayı sağlayan, pozitif düşünmeyi sağlayan, dünyayı öğrettiği disiplinler çerçevesinde anlamayı sağlayan eğitim-öğretim kurumlarıdır, aynı zamanda, millî kimliği ülke menfaatleri doğrultusunda pekiştiren, dünyaya açılan pencerelerdir.

Türk üniversite sisteminin çok tehlikeli bir yola girdiği kanaatindeyim. Çünkü, muhteşem İmparatorluğumuzun yıkılmasında etkisi olan yabancı okullar konusu, her geçen gün, Türkiye Cumhuriyeti’nde sayıları azımsanmayacak şekilde artmaya devam etmektedir.

Değerli milletvekilleri, ne alakası var derseniz bunu şöyle açıklamak mümkün: İlk yazılı Anayasa’mız olan Kanuni Esasi’nin 8’inci maddesi der ki: “Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan, hangi dinden, hangi mezhepten olursa olsun bütün ahaliye Osmanlı denilir.” Yani İmparatorluğumuzun millî kimliği Osmanlılıktır. İşte bu yabancı okullar öncelikle Hristiyan tebaa olmak üzere millî kimliği paramparça etmiştir ve millî kimliği paramparça olan bu insanlar Osmanlıya bağlılıklarını ve Osmanlı tebaası olmanın ayrıcalığını kaybettikleri için Hristiyan dünya tarafından istismar edilerek, tarihimizde neler geçtiğini daha sonra hep beraber şahit olduk.

Şimdi, burada bu kanun hakkında konuşurken, bir taraftan üniversitelerin dünyaya açılan pencere, ilim yuvası olduğunu söylerken diğer taraftan da bu üniversitenin kurulmasına karşı olmak kolay bir şey değil. Ancak, şunu söylemek istiyorum ki, ben ve Milliyetçi Hareket Partisi Grubu, üniversitelerin açılmasına karşı değil, bu şekilde açılmasına karşıyız.

Peki, buradaki temel prensip ne olmalı derseniz, iki prensip çok önemlidir. Birincisi karşılıklılık ilkesi, ikincisi ise Türkçe eğitim konusunun halk psikolojisinde aşağılık bir eğitim düzeyine düşürülecek bir algılamayı engelleyecek bir prensip olmalıdır. Dolayısıyla, bugün ailelerin tamamı, çocuklarını Türkçe eğitim veren okullar yerine yabancı bir dille eğitim yapılan okullara göndermeyi tercih etmektedirler. O derece ileri noktalara gelmiştir ki, bugün, artık Türkiye’de anaokullarında dahi yabancı dille eğitim veren anaokulları açılmaya başlamıştır. Bu, son derece tehlikeli, bugünkü millî kimliğimiz olan Türk millî kimliğini paramparça edecek olan bir gelişmedir. Dolayısıyla, millî kimliğin oluşmasındaki en önemli kurumlar olarak üniversitelerde, okullarda böyle yabancı dille eğitime dönülmesinin tehlikesini dikkatlerinize ve Bakanın dikkatine çekmek üzere söz almış bulunuyorum. Dolayısıyla, buna “dur” diyecek olan siz sayın milletvekillerisinizdir. Türkiye’de yabancı dil öğrenmek ayrı şeydir, yabancı dille eğitim yapmak ise çok daha ayrı bir şeydir.

Türk millî eğitim sistemi, dünyada örneği olmayan bir eğitim sistemine dönüşmüştür. Sayın Bakanın bu konuda neler yapacağını en azından keşfedebilmesi için, benzer ülkelerin neler yaptığına bakarak bir karar vermesinin zamanının geldiğini düşünüyorum değerli milletvekilleri. Bizlerin de Türk milletinin geleceğindeki en önemli kurum olan Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak bu konuda çok ciddi sorumluluklarımız olduğu kanaatindeyim. Buna “dur” demenin ve mutlaka “dur” demenin ülkemiz açısından çok önemli karar olacağı kanaatindeyim. Türkiye’de Türkçe dışında eğitimin tehlikesini bugün hissetmiyor olabiliriz, ama emin olun ki, önümüzdeki süreçte bu tehlikeli gidişin tehlikelerinin neler olduğunu bizden sonraki nesiller çok ciddi şekilde çekeceklerdir diye düşünüyorum.

Ayrıca, birkaç konuya daha dikkatinizi çekmek istiyorum: Devamlı üniversite açmak evet güzel  bir şeydir, ama yüksek lise şeklinde üniversite açmak doğru bir şey değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

 BAŞKAN -  Lütfen, sözlerinizi tamamlayınız.

KÜRŞAT ATILGAN (Devamla) - Dünyadaki ilk 100 veya ilk 200 veya ilk 500 üniversite içinde acaba Türkiye’nin kaç üniversitesi vardır? Dikkatlerinizi çekiyorum, hiç olmadığını söyleyebilirim.

Ayrıca, burada neler yapılması gerektiği konusunda değerli milletvekilleri, sizlere, Sayın Merkel’in Hristiyan Demokrat Birlik Partisinin 2007 yılındaki kongresinde yapmış olduğu konuşmadan iki cümle okuyacağım -belki Bakana bir çağrışım yaptırır diye söylüyorum- burada Sayın Merkel, merkezin mezhepler üstü, Hristiyan, sosyal, muhafazakâr ve liberal halk partisi birliğinin öneminden bahsediyor. “Toplum ve siyaset anlayışımızın temeli olan Hristiyan insan unsuru…” demektedir. Diğer bir yerinde ise “Cami minarelerinin bilinçli olarak kilise kulelerinden daha yüksek yapılmamasına dikkat etmeliyiz. Hoşgörü hiçbir zaman boyun eğmek anlamına gelmemeli…”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, sözlerinizi bağlayınız.

Buyurunuz.

KÜRŞAT ATILGAN (Devamla) – “…Hoşgörü kendi değerlerini koruyabilmekten geçmektedir.” demektedir.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, millî eğitimin en önemli vazifesi, milletin değerlerini koruyabilecek milletin evlatlarını yetiştirmesiyle ilgilidir. Dolayısıyla, Sayın Bakanımızın, muhatap olduğumuz ülkenin üniversitesiyle ilgili, bu açılışıyla ilgili, kişinin, beşinci kurultayında söylediği sözler de sanıyorum ki kendisinde bir çağrışım yapmıştır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Atılgan.

III.- YOKLAMA

(CHP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

K. KEMAL ANADOL (İzmir) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Yoklama talebinde bulunan arkadaşlarımızın isimlerini tespit edeceğim: Sayın Anadol, Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Aslanoğlu, Sayın Meral, Sayın Dibek, Sayın Güner, Sayın Ekici, Sayın Köktürk, Sayın Erenkaya, Sayın Süner, Sayın Barış, Sayın Arat, Sayın İnce, Sayın Hacaloğlu, Sayın Kesici, Sayın Ünsal, Sayın Günday, Sayın Köse, Sayın Oyan, Sayın Keleş.

Yoklama için üç dakika süre veriyorum.

(Elektronik cihazla yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Toplantı yeter sayısı vardır.

VIII.- KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ İLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

A) KANUN TASARI VE TEKLİFLERİ (Devam)

4.- Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/769) (S. Sayısı: 486) (Devam)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Önerge kabul edilmemiştir.

3’üncü maddeyi ekli listeyle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… Kabul edilmiştir.

4’üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (II) sayılı cetvelin “A) Yükseköğretim Kurulu, Üniversiteler ve Yüksek Teknoloji Enstitüleri” bölümüne aşağıdaki ibare eklenmiştir.

“97) Türk-Alman Üniversitesi”

BAŞKAN – Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Akif Paksoy.

Buyurun Sayın Paksoy. (MHP sıralarından alkışlar)

MHP GRUBU ADINA MEHMET AKİF PAKSOY (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 486 sıra sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Kıymetli arkadaşlar, ülkemizde bir genç nüfus var. Bu nüfusun büyük bir bölümünün maalesef yükseköğrenim talebi karşılanamıyor, hatta birtakım saiklerin de etkisiyle önemli oranda çocuğumuz yurt dışındaki üniversitelere gidiyor. Bu sebepten, hepimiz üniversite açılmasına taraftarız ancak sizin Hükûmetiniz üniversite açma işini lise veya ilköğretim okulu açılmasına dönüştürdü. Burada bana göre tek bir gayeniz var, seçim meydanlarında “Biz, şu kadar üniversite açtık.” diyerek kamuoyunu yanıltıyorsunuz. Hâlihazırda ülkemizde 94’ü devlet 45’i vakıf olmak üzere toplam 139 üniversite var. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki bu üniversitelerin çok azı beklentilere cevap verecek düzeyde. Üniversitelerimizin büyük çoğunluğunun öğretim üyesi ihtiyacı had safhada, yeni açılanların ise öğretim üyesi ihtiyacının yanında, fiziki donanımları ya yetersiz veya hiç yok denecek düzeyde. Birçok üniversitemiz “tabela üniversitesi” durumuna düştü. Bizlerin, mevcut üniversitelerimizin sorunlarını çözmemiz, gerekli destekleri vermemiz gerekirken, siz Hükûmet olarak bu sorunları bir kördüğüme dönüştürüyorsunuz. Öğretim üyesi yok, bina ve gerekli donanımları yok, personeli yok, hülasa, yok, yok. Ancak siz “Göç yolda düzelir.” mantığıyla ve tamamen siyasi istismar konusu yapmak için yeni üniversite açmaya hızla devam ediyorsunuz. Bunun daha ötesi var.

Ülkemizin birinci sorunu işsizlik. Bugün, resmî rakamlara göre işsizlik yüzde 13’ler düzeyinde, hepimiz biliyoruz ki gerçek rakamlar ise bunun çok üzerinde. İstihdamımızın yarısı kayıt dışı. Siz bu konuda gerekli yapısal tedbirleri almıyorsunuz, onun yerine hızla üniversite açmaya çalışıyorsunuz. Acaba, bu kürsüden çıkıp, açtığınız üniversitelerin işsizliği önleyebileceğini söyleyebilir misiniz veya tam aksine, mevcut işsizlere yeni diplomalı işsizler ordusu mu ilave edeceksiniz? Esas cevaplanması gereken soru budur. Yeni üniversiteler, yeni diplomalı işsizler ordusu mu oluşturacaktır?

Kıymetli arkadaşlar, birçok kanun tasarısında yaptığınız yöntemi bu tasarıda da yaptınız. Tasarının komisyonlarda yeterince incelenip tartışılmasına fırsat vermiyorsunuz. Akşamdan sabaha, sayısal çoğunluğunuza güvenerek istediğiniz tasarı ve teklifleri Genel Kurula getiriyor ve yasalaştırıyorsunuz. Bakın, komisyonlarda, hem bizim arkadaşlarımızın hem de diğer muhalefet partisine mensup milletvekillerinin son derece makul ve olumlu önerilerini dikkate almadınız. Komisyon üyeleri, Yükseköğretim Kurulunun yaptığı çalışma ve değerlendirmelerle ilgili hiçbir hususun kendileri ile paylaşılmadığını ifade ediyorlar. Yükseköğretim Kurulu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyelerini hangi saiklerle bilgilendirmekten imtina ediyor? Buradan şu anlaşılıyor: YÖK, AKP Hükûmetinin bir alt birimi gibi hareket ediyor. YÖK’ün, katsayı maddesinde ne kadar başarılı olduğunu tüm Türkiye kamuoyu gördü. A, B, C planları devreye sokuldu, insanların ümitleri istismar edildi ve nihayetinde, sorun neredeyse başlandığı noktaya getirilerek bir kördüğüm hâline dönüştürüldükten sonra ortada bırakıldı. Sizse sürekli olarak işinize gelmeyen konularda suçu başkalarına atma huyunuzdan bir türlü vazgeçmediniz. Ancak, hayalî umut tacirliği yaparak mağdur ettiğiniz çocuklarımızın vebalini nasıl vereceksiniz, doğrusu merak ediyorum.

Bakın, Komisyondaki arkadaşlarımız, muhalefet şerhlerinde bir hususun altını çizmişler. Ülkemizde mühendislik eğitimi veren programlarda öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısı, Avrupa ortalamasının 2 katından fazla. Siz, bu açığı, öğretim üyesi yetiştirmek yerine üniversite açarak mı kapatmaya çalışıyorsunuz? Böyle, akşamdan sabaha üniversite açmaya devam ederseniz, öğretim kalitesinin, uzun vadede bütün branşlarda, özellikle mühendislik hizmetlerinin niteliğini daha da olumsuz etkileyeceği kaçınılmaz olacaktır. Bu üniversitelerin açılmasına izin verilirken, maalesef, ülke gerçeklerinin, iş ve istihdam imkânlarının hiçbir şekilde araştırılmadığını ve göz önünde bulundurulmadığını görüyoruz. Daha da vahimi, geleceğe yönelik bir hedef ve planlamanın yapılmadığını anlıyoruz. Mesela, mevcut üniversitelerin eğitim fakültesinden mezun olan binlerce işsiz öğretmen adayının bulunması sebebiyle, bu tasarıyla kurulması planlanan yeni eğitim fakültelerinin açılmasına gerek olmadığı yönünde, arkadaşlarımız kanun teklifine Komisyonda muhalefet şerhi koymuştur. Şimdi, siz bilmiyor musunuz, binlerce öğretmen adayı atanamadıkları için eylem yapıyorlar. Siz bu binlere yeni binler eklemek için, yeni üniversitelere yeni bölümler ilave ediyorsunuz. Maksat, dostlar alışverişte görsün. Bence bunun başka bir izah tarzı yok.

Kıymetli arkadaşlar, sizlere üniversitelerimizin mevcut durumuyla ilgili bir iki hususu da hatırlatmak istiyorum. Mevcut durumda bile bazı fakültelerimizin öğrenci kontenjanları maalesef açık kalmakta, dolmamaktadır. Mesela, seçim bölgem Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinin fizik bölümünün ikinci öğretimine 1 öğrenci gelmiş, ek kontenjandan ise bu sayı ancak 4’e ulaşabilmiştir. Bu bölümün normal olarak kontenjanı 50 kişidir.

Diğer yandan, öğretim üyesi temini önemli bir sorundur. Eğitim fakültelerine hoca bulunamamaktadır. Öğretim üyelerinin ücretleri bakımından iller arasında farklılıklar olduğundan, özellikle Kahramanmaraş gibi büyük illerimizde öğretim üyesi açığı oluşmaktadır. Ayrıca, vakıf üniversitelerinin sayısının çoğalması, bu üniversitelerin imkânlarının devlet üniversitelerine nazaran daha iyi durumda olması sebebiyle devlet üniversitelerinden vakıf üniversitelerine büyük oranda geçişler yaşanmaktadır.

Başka bir husus, üniversitelerimize mevcut bütçe imkânları içinde yeterli ödeneğin verilmemesidir. Yeni kurulan birçok üniversitemizin hâlen temeli dahi atılamamıştır. Bu temel işi sizlere bir şey hatırlatıyor mu bilmiyorum ama mevcut durumda bu üniversitelerimizin adı var, kendileri yok durumdadır.

1992 yılında kurulan Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesinin 1996 yılında açılan Tıp Fakültesinin hâlâ kadro sorunu çözülememiştir. Sebep ne? Sebep, Sayın Rektörün yandaş olmaması. Rektör devletin rektörü, varsa bir haksızlığı, hukuksuzluğu, gereğini yaparsınız. Ancak, sırf Rektörü kendinize yandaş görmediğinizden dolayı Kahramanmaraş Tıp Fakültesinin kadrosunu İktidarınız süresince vermediniz. Kahramanmaraş AKP’ye 8 milletvekilinin 6’sını verdi, bir önceki dönem 7 tanesini verdi ancak, iş hizmet almaya gelince ancak nasihat alabildi.

Kıymetli arkadaşlar, vakıf üniversitelerinin bir bölümünü mahfuz tutarsak, bu üniversitelerin de asli amacının dışına çıktığı, ticari maksat ve mantıkla kurulduğu kanaati kamuoyunca yaygındır. Bu kaygılardan dolayı vakıf üniversitelerinin diğer bir çoğunluğu kendilerinden beklenen performansı gösterememiş, kontenjanlarının büyük bir bölümü boş kalmıştır çünkü bu üniversitelerin birçoğunun ne yeterli akademik kadrosu ne de yeterli fiziki bir mekânı mevcuttur, üstelik öğrenim ücretleri Türkiye standartlarına göre çok yüksektir.

Şimdi, bir işe başlanırken öncelikle planlama yapılır, artıları eksileri analiz edilir ve buna göre nihai karar verilir. Sizin açılan yeni üniversitelere yönelik bir insan gücü planlamanız yok, öğretim üyesi ihtiyacını nasıl karşılayacağınıza dair bir öngörünüz yok. Üniversite açma konusunda gelen bütün talepleri kabul ediyorsunuz. Yeni üniversitelerin önceden ilan edilen bir takvim ve gelişme planı ile ileri bir tarihte üniversite statüsü kazanma hedefi çerçevesinde kurulmaları faydalı olacaktır. Bu üniversitelere belirlenen süreç içinde yeterli mali kaynak aktarılarak ve gelişmiş üniversitelerimizden gönüllü rotasyon esasına göre öğretim üyesi desteği verilerek yeterli altyapı ve eleman düzeyine erişmeleri sağlanabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

MEHMET AKİF PAKSOY (Devamla) – Bir defa, üniversite kurulması işi sağlam temellere dayanmalıdır. Siz memleketin ilköğretim açığını kapatamamışsınız, yeterli mesleki ve teknik eğitimi sağlayamamışsınız, mevcut üniversitelerdeki öğrencilerimizin bile başta barınma olmak üzere birçok sorununu çözememişsiniz, akşamdan sabaha üniversite kuruyorsunuz. Eğer bu üniversite açılma işi sizin bu mantığınızla devam ederse üniversiteler çok yakın bir gelecekte dershane pozisyonuna düşecektir.

Tasarının ülkemize hayırlar getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Paksoy.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Malatya Milletvekili Ferit Mevlüt Aslanoğlu.

Buyurunuz Sayın Aslanoğlu. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, yüce Meclisin çok değerli milletvekilleri; bilimsel, çağdaş bir üniversitenin kurulması hepimize gurur verir. Biz bu üniversitenin prensip olarak kurulmasına karşı değiliz, Komisyonda da söyledik ama eşit koşullarda ve eşit özelliklerde bir üniversitenin oluşması gerekir dedik ve bizim grup olarak da karşı oy yazımızda neden, hangi maddelere, niçin karşı oy yazımız olduğunu da belirttik.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde bilimsel ve ilme yönelik, çağdaş bilimlere yönelik hangi üniversite kurulursa biz bunun altına şerefle imza atarız. Ancak burada üniversite kurarken hepimiz seviniyoruz ama sokakta gezen üniversite mezunu gençlerimizi görünce vicdanım hicap duyuyor. Hicap duyuyorum, utanıyorum o gençlerden, utanıyorum o insanlardan değerli arkadaşlarım. Olayın bu yönüne hiç bakmıyoruz, sadece ve sadece üniversite kuralım, gençler gitsin ve hakikaten o gençler üniversiteye girdiği zaman şen, çok gururlu bir şekilde üniversiteyi kazanmanın gururunu yaşıyor ama üniversiteyi bitirdikten sonra maalesef, maalesef bu ülkede yaşayan bir birey olarak, bu ülkenin bir genci olarak bazen yaşamından, bazen niçin yaşadığından nefret ediyor. Bu gerçekleri hiç görmüyoruz ama sadece işin bu tarafına bakıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu ülkede üniversite mezunlarının işsizlik sorunu artık bir yaranın ötesine geçmiştir. Lütfen, üniversiteyi açmak, üniversitede çağdaş bir şekilde çocukları yetiştirmek hepimizin görevi, bu Meclisin görevi ama üniversiteyi bitiren çocuklarımıza aş, ekmek, iş bulmak da yine hepimizin görevi.

Ama ben burada YÖK’e sesleniyorum: Acaba, YÖK, üniversiteye alınacak öğrencileri planlarken bugünün Türkiyesi’nde hangi kolda, hangi dalda, hangi bilimsel branşta ne kadar öğrenci alınacağının hesabını yapıyor mu? Ama ben diyorum ki yapmıyor, yapsaydı 300-400 bin tane, öğretmen yaptığı çocuklar sokakta gezmezdi. Bugün Türkiye’de 300-400 bin tane, öğretmen olma hakkı elinden alınmış insan eğer sokakta geziyorsa, bu insan haykırıyorsa nerede bunun planlaması? Demek ki biz…

HÜSEYİN DEVECİOĞLU (Kilis) – AK PARTİ…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Oradan laf atma, biliyorsan gel konuş, bildiğin konuda gel buraya konuş. 300 bin tane gence vicdanında hesap verebiliyorsan ne mutlu sana. Niye laf atıyorsun orada!

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – Bağırma! Niye bağırıyorsun?

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Niye laf atıyorsun? Türkiye’de 300 bin tane öğretmen olamayan insan var mı yok mu?

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Şov yapma!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Niye çözmüyorsun, iktidarsın?

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu… Sayın Aslanoğlu…

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Hayır yani, orada oturmuş, ben…

BAŞKAN -  Lütfen karşılıklı konuşmayınız.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben bir sorunu dile getirirken, bir gerçeği dile getirirken orada oturmuş, oturmuş orada laf atıyor.

FİKRİ IŞIK (Kocaeli) – Şov yapıyorsun orada!  

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Niye şov yapacakmışım, niye yapacakmışım? Yok mu kardeşim, yok mu Fikri Bey, yok mu?

HASAN KARA (Kilis) – Malatya’ya gel, Malatya’ya!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - 300 bin tane, öğretmen olmayan bu ülkede genç yok mu, genç yok mu?  Niye kabul etmiyorsunuz, niye kabul etmiyorsunuz?

Ben size, bilimsel bir şekilde YÖK acaba bunları planlarken, acaba bunları planlarlarken dikkat ediyor mu derken tutup laf atıyorsunuz.

Değerli arkadaşlar…

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sen de hiçbir zaman laf atmayacaksın.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Ben haksız laf atmam.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Hiçbir zaman laf atmayacaksın!

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Haksız laf atmam. Bildiğim konuda konuşur…

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen karşılıklı konuşmayınız.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Dün burada sana laf atıldı diye kalkıp buraya kadar geldin...

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Evet, gelsin, aynı şekilde gelsinler.  Bildiğim konuda…

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen devam ediniz.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Dün burada sana laf atıldı diye kalkıp buraya kadar geldin.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Evet, gelirim kardeşim, gelirim. Haksızlığa tahammül edemem, kimseye de haksızlık yapmam, kimseye de haksızlık yapmam.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sen de kimseye laf atma.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ben vicdanımda kimseye haksızlık yapmam.

Değerli arkadaşlar…

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) - Dün buraya geldin, arkadaşa dedin ki “Niye bana laf atıyorsun?”

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Evet, gelirim kardeşim. Hakkımı yedirmem ben, hakkımı isterim, hakkımı isterim.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen devam ediniz.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) - Oradan akşama kadar bağırdın, sonra da geldin, dedin ki “Niye laf attın?”

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – Bağırırım. Hakkımı istiyorum ben, kimsenin kişiliğiyle oynamam.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Tutarlı olmak lazım.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Ben çok tutarlıyım.

Sayın Başkan, hep süremden gidiyor. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, lütfen devam ediniz konuşmanıza. Sayın Aslanoğlu, devam ediniz.

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – 280 bin…

BAŞKAN - Lütfen sayın milletvekilleri….

ÖZKAN ÖKSÜZ (Konya) – 280 bin öğretmen atadık biz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) – 300 bin öğretmen… Bugün Türkiye’de öğretmenlik hakkı elinden alınan 300 bin kişi var mı yok mu, bunu soruyorum. Bunu soruyorum ya, var mı yok mu diyorum.

İDRİS GÜLLÜCE (İstanbul) – Sen laf atma, kimse de atmasın.

BAŞKAN – Sayın Aslanoğlu, konuşmanıza devam ediniz lütfen.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir başka konu… Hepinizin çoluk çocuğu var. Deminden beri, dünden beri tartışılıyor, yabancı dilde eğitim, yabancı dilde öğretim.

Değerli arkadaşlarım, Türk çocukları zekidir, bu ülkede yaşayan her çocuk zekidir. Ama biz bu çocuklara -yine söylüyorum- ekmeği için, bu çocukların geleceği için, bu çocuklara, herhangi bir lisan diyorum, bak, herhangi bir dil, illa İngilizce demiyorum. Dünyada artık ekmeğini avucuna alacak, dünyada ekmeğini kazanacak, dünyada ekmek için mücadele verecek, ona biz iki tane lisan öğretemez miyiz? Bak, İngilizce veya yabancı dille eğitim demiyorum, dikkatinize çekerim ama, yabancı dille öğretim demiyorum, yabancı dil öğretmek diyorum, eğitim demiyorum. Biz çocuklarımızı katlediyoruz. Biz çocuklarımıza ekmek… İleride, yetiştiği zaman üniversite mezunu olan çocukların yüzde 95’i lisan bilmiyor. Biz eğer üniversiteyi bitiren çocuklarımıza ilköğretimden, hatta pedagojik yaşı kaçsa, anaokulu dâhil bir şekilde bir yabancı dili lise sona kadar öğretemez miyiz arkadaşlar? Yani bundan yoksun muyuz? Bundan âciz miyiz? Ve üniversiteyi bitiren bir çocuğumuz da ikinci yabancı dili öğrendiği zaman, bu çocuklar dünyanın her tarafından ekmeklerini çıkarır arkadaşlar ama biz bugün de dün de evvelsi gün de Türk millî eğitimi -yine söylüyorum, bugün de dün de evvelsi gün de- bu işle ilgili kimse, YÖK’se YÖK, Millî Eğitimse Millî Eğitim, gençlerimizin ve çocuklarımızın geleceğini karartmıştır. Altını çiziyorum, gençlerimizin ekmeğini elinden almıştır. İki lisanı olan çocuk dünyanın her tarafından ekmeğini kazanır arkadaşlar. İster hukukçu ol, ister doktor ol, eğer lisanın varsa en idealini yapıyorsun ama yoksa en zayıfını yapıyorsun. Bu, işin gerçeği arkadaşlar, lütfen bunu kabul edelim, hepinizin çoluk çocuğu var.

Biz bu ülkede bir yerinden başlamak zorundayız. Ben -yine birisi bir şey söylemesin- yine diyorum, dün de evvelsi gün de maalesef bu işe başlanmamıştır. Bu işe bir yerinden başlanmalıdır ve dünyanın her tarafında, gidin Amerika’daki hastanelere Hintli doktorlardan, Hintli hemşirelerden geçilmiyor arkadaşlar. Niye? Ekmek buluyor, iş buluyor, lisanı var, konuşabiliyor. Konuşan çocuğum ekmeğini Türkiye’den bulamıyorsa sokakta boş gezmek yerine dünyanın her tarafından ekmeğini çıkarır arkadaşlar, ama maalesef bu konuda hiçbir kurum hiçbir adım atmıyor. Yine söylüyorum, çocuklarımızın geleceği için hangi yaşta başlanacaksa, anaokulunda mı anaokulunda -yabancı dille eğitim demiyorum- yabancı dille öğretimi mutlaka, mutlaka sağlamalıyız, en az, üniversiteyi bitiren benim çocuğuma iki tane yabancı dil öğretmeliyiz. Ama yine söylüyorum, hiç kimsenin ruhu duymuyor.

Arkadaşlar, bugün başladık desek buna, bu projeye belki yirmi yıl sonra hayata geçirebiliriz. Bugün başladık desek belki on beş yıl sonra hayata geçirebilirsiniz. Onun için, gelin, yabancı dille öğrenimi, üniversiteyi bitiren çocuklarıma en az iki tane lisan öğretmeyi… Hangi… İspanyolca olsun, Fransızca olsun, Çince olsun, İngilizce olsun, nece olursa olsun -artık küresel dünyada ekmek bulmak çok zor- bunları bilmiyorsan ekmeğini bulamazsın. Ben, bunu bir kez daha…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bitiriniz.

FERİT MEVLÜT ASLANOĞLU (Devamla) - Çocuklarımız adına ve Türkiye'nin geleceği çocuklar adına, bunları, burada iletmek benim için bir görevdir arkadaşlar ve bunun sorumlusu kimse ve kim sorumlu olacaksa, bu sorumluyu biz tayin etmezsek hep böyle gelir böyle gider.

Ben yine söylüyorum, bu üniversitenin kurulmasına karşı değiliz ama karşılıklılık ilkesi açısından Alman tarafının da aynı duyarlılıkta olması lazım. Gelip Türkiye’de “Almanca öğrenim olmazsa bu okulu açtırmam.” diyen insan, bir tane… “Gelin, binlerce okul kurun.” demesi gerekiyor ama şart koşuyor. Onun için, biz karşılıklılık ilkesi açısından üniversiteye karşı değiliz ama mutlaka karşılıklılık ilkesinin sağlanması lazım.

Hepinize saygılar sunarım, teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Aslanoğlu.

Barış ve Demokrasi Partisi adına Siirt Milletvekili Osman Özçelik.

Buyurunuz Sayın Özçelik. (BDP sıralarından alkışlar)

BDP GRUBU ADINA OSMAN ÖZÇELİK (Siirt) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk-Alman Üniversitesinin kurulmasına dair kanun tasarısı üzerine söz aldım. Bu Türk-Alman Üniversitesinin kurulmasına ilişkin bir itirazımız yok ancak diğer grupların da ifade ettiği gibi, Almanya’da da bir Alman-Türk üniversitesinin kurulması karşılıklılık esasına uygun olacağı için biz de bu konuda ısrarcıyız. Mutlaka orada da Alman-Türk üniversitesi açılmasının koşullarını yaratmak lazım. Üstelik Türkiye’de kayda değer sayıda bir Alman vatandaşı yok ama Almanya’da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı milyonlarca insan var. Orada bir üniversitenin açılmasının aslında bir zarurilik açısından daha önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu Türk-Alman Üniversitesinin İstanbul’da açılıyor olması… Büyük kentlerde üniversitelerin zaten yığılması nedeniyle sorunlar yaşanıyor. Gerek büyük üniversitelerin gerekse vakıf üniversitelerinin öncelikli olarak büyük kentleri tercih etmeleri nedeniyle büyük kentlerde üniversite yığılmasından söz edilebilir.

Vakıf üniversiteleri kâr amaçlı olmama koşuluyla kurulurlar ama aslında bunların adı özel üniversite ve tamamen kâr amaçlı oldukları açık. Tercih ettikleri kentlerin büyük kentler olması bile bu konuda bize bir ipucu veriyor. Yine, bu vakıf üniversitelerinin neredeyse tamamı maliyeti düşük bölümlerin açılmasına özen gösteriyorlar ve öğrenci alımlarında çok yüksek ücretler talep ediyorlar. Gerek vakıf üniversitelerinin gerekse devlet üniversitelerinin yeterince denetlenmediği düşüncesindeyiz. Bu nedenle, devlet üniversiteleri ve vakıf üniversitelerinin denetlenmesine ilişkin bir Meclis araştırması önergemizi yakında Meclis Başkanlığına sunacağız.

Hükûmetin her kentte bir üniversite anlayışı gecekondu üniversitelerinin açılmasına neden olmuştur, daha önce de ifade etmiştik. Birçok üniversitenin gerekli yapıları yok, binaları yok. Binaları olup da malzemesi olmayan üniversiteler, malzemesi olup da öğretim üyesi olmayan üniversitelerle karşı karşıyayız.

Siirt Üniversitesi de son zamanlarda açılan bir üniversite. 1976 yılında Dicle Üniversitesine bağlı iki yıllık eğitim enstitüsü olarak kuruldu. Daha sona 1992 yılında Dicle Üniversitesine bağlı eğitim fakültesi adını aldı, 2007 yılında Siirt Üniversitesi adını aldı. Yani otuz yıl sonra üniversiteye dönüştü, ama hâlâ ancak 2 enstitü, 3 fakülte ve 2 meslek yüksekokuluna öğrenci alabilmekte. Gerek fen-edebiyat fakültesi gerekse mühendislik fakültelerinin çeşitli bölümlerinin açılmasına karar verilmiş olmasına rağmen, öğretim üyesi eksikliği, yokluğu ve laboratuvar yokluğu nedeniyle henüz bu bölümlerin çoğuna öğrenci alınamamakta, otuz yılı aşkın bir geçmişi olmasına rağmen toplam 2.500 civarında öğrenciyle öğretime devam etmekte.

Gerçi Siirt Üniversitesi için bütün bu koşullara rağmen gecekondu üniversitesi demiyoruz, geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Gerek Sayın Rektörün gerekse diğer öğretim elemanlarının büyük fedakârlığıyla üniversitemiz ayakta duruyor; devletin yakın ilgisine ihtiyaç var, öğretim üyesi desteğine ihtiyacı var.

Büyük kentlerde, İstanbul’da, Ankara’da birçok devlet üniversitesinde biliyoruz ki profesör, doçent, yardımcı doçent kadrosunda öğretim elemanlarının çoğu haftada bir iki saat ancak derse giriyorlar ve atıl durumdalar, ama yeni açılan üniversiteler öğretim elemanı sıkıntısı yaşamaktalar, bu nedenle birçok bölüm öğrenciyi alamıyor durumda. Bunların gözden geçirilmesi ve öğretim elemanlarının yeni açılan üniversitelere kaydırılması için mutlaka bir çözüm bulmamız lazım diye düşünüyorum.

Siirt Üniversitesinde yaşanan bir başka sorun da var. Özellikle Siirt Üniversitesi öğrencileri çevre il ve ilçelerden gelen öğrenciler ve bu öğrenciler, gerek miting gerek yürüyüş gerek protesto eylemlerinde demokratik, yasal gösteri haklarını kullandıkları için gözaltına alınmakta, sorgulanmaktalar, hatta bazı öğrenciler okudukları gazete veya dergilere bakılarak, gerek emniyet görevlileri tarafından gerekse üniversite yönetimi tarafından kimi soruşturmalarla, kimi cezai müeyyidelerle karşılaşmaktadırlar. Siirt Üniversitesi öğrencilerinin böylesi sorunları var, sıkıntıları var. Bunu ifade etmek istiyorum.

Üniversitelerde ana dil konusu konuşuldu. Yani, Türk-Alman Üniversitesinde veya Almanya’da yaşayan vatandaşlarımıza ilişkin Türkçe okulların açılması veya açılmış olan okullarda Türkçe derslerin verilmesine ilişkin Sayın Başbakan ve burada sayın üyeler ifade ettiler, Türkçe derslerinin konulması ve Türkçenin geliştirilmesi açısından. Son derece haklı. Sayın Başbakan asimilasyonu önleyici bir tedbir olarak Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türkçe öğrenmelerini sağlayacak önlemlerin alınmasını talep etti ve asimilasyonu önleme bakımından bunun önemine değindi. Tamamen katılıyoruz. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 20 milyon Kürt hâlâ kendi dillerini konuşamaz durumdalar, Siyasi Partiler Yasası’nda bu yasak var. Okullarda hiçbir şekilde Kürtçe konuşulamamakta, eğitim yapılamamakta. Kürt dili ve edebiyatı bölümünün açılmasına dair bir kanun teklifi verdim. Dicle Üniversitesi ile İstanbul Üniversitesinde Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılmasına dair verdiğimiz kanun teklifi gündeme gelmedi. YÖK bir ara sıcak baktığını ifade ettiyse de hâlâ bir adım atılmış değil.

Bana şeyi hatırlattı. Tam yüz üç yıl önce, 1907 yılında büyük din bilgini Bediüzzaman Saidi Nursi -gerçek adıyla, asıl adıyla Saidi Kürdi- Van’da “Medresetül Zehra” adıyla Kürtçe eğitim veren bir medresenin, bir üniversitenin açılmasını talep etmişti. Bunun için, İstanbul’a, Padişahlığa kadar ulaşıp bu üniversitenin açılmasına dair tekliflerini ifade etti, düşüncelerini ileri sürdü, açıklamalarda bulundu. Üniversite açılmak bir yana, merhum Sayın Bediüzzaman Saidi Kürdi deli muamelesi gördü ve tımarhaneye atıldı. Bir süre tımarhanede kaldı, böyle bir talepte bulunduğu için. Daha sonra tımarhaneden çıktı. Padişah bir teklif getirdi ona; ayda bin lira maaş ve 2 bin lira da yol parası vermek üzere bir teklifte bulundu, bu talebinden vazgeçsin diye. Bediüzzaman bunu kabul etmedi, reddetti, “Ben dilenci değilim.” dedi. Bunun üzerine tutuklandı, cezaevine konuldu.

Şimdi, tam yüz yıl sonra, ben Osman Özçelik bir teklifte bulundum. Bereket henüz tımarhaneye atılmadım, henüz cezaevine de konulmadım ama bu teklifim hiçbir şekilde ciddiye alınmadı. Bu teklifimde ısrar ediyorum. Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması bir zorunluluktur. İleride ana dilde eğitim bütün okullarda zorunlu hâle gelecektir, buna inanıyorum. Onun hazırlığının yapılması lazım. Yani Kürtçe eğitimin, ana dilde eğitimin her aşamada yapılması bir zorunluluktur, bir ihtiyaçtır. Bugün belki kabul görmeyebilir ama önümüzdeki dönemlerde mutlaka kabul görecektir ve bunun hazırlıklarının yapılması açısından, öğretmenlerin yetiştirilmesi bakımından da Kürt dili ve edebiyatı bölümlerinin açılması şimdiden bir hazırlık açısından önemlidir.

Kürtler bu ülkenin vatandaşlarıdırlar, vergilerini veriyorlar, askerlik yapıyorlar, bu ülkenin en ağır işlerinde çalışıyorlar; inşaat işlerinde çalışıyorlar, hamallık yapıyorlar, hizmet işlerinde çalışıyorlar ama kendi diliyle eğitim görme hakkına sahip olmamaları düşünülemez. 21’inci yüzyılda demokratik bir ülkenin kabul edebileceği bir şey olmamalı bu. Türkiye, bu kamburundan kurtulmalıdır, bu rahatlığa kavuşmalıdır. Birlikte yaşıyoruz. Birbirimizin dilini rahatlıkla konuşabilmeliyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

OSMAN ÖZÇELİK (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Birbirimizin diline, kültürüne saygılı olmak bizim bir arada yaşama arzumuzu daha da güçlendirir, sevgi bağlarını daha da kuvvetlendirir.

Bu duygularla hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Özçelik.

Şahsı adına, Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek.

Buyurunuz Sayın Dibek. (CHP sıralarından alkışlar)

TURGUT DİBEK (Kırklareli) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, 4’üncü madde üzerinde şahsım adına söz aldım. Öncelikle tüm Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'nin yoğun gündemi içerisinde dün aslında bir gelişme oldu, atlandı, belki ben aslında onu çok önemsedim. Burada da bu kısa süre içerisinde bu konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum.

Bu konu yeterince fark edilmedi, tartışılmadı ama önemli bir konuydu. Ben bir süre evvel burada Sayın Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu’yu burada gördüm, ona da sormuştum bu soruyu, kendisi bir yanıt verdi. Konu ne biliyor musunuz arkadaşlar? Dün YARSAV, Adalet Bakanı hakkında bir suç duyurusunda bulundu. Yani Yargıçlar ve Savcılar Birliğini temsilen Yönetim Kurulu bir suç duyurusunda bulundu. Belki öyle göz ucuyla takip etmiş olabilirsiniz yani “YARSAV suç duyurusunda bulundu.” diye belki okumamış olabilirsiniz içeriğini ama gözünüze takılmıştır.

Ne istedi? Sayın Bakan hakkında tutuklama talebiyle beraber eğer bu talep olmayacaksa yurt dışına çıkış yasağı da koyarak hakkında soruşturma başlatılmasını istedi. Şimdi, sorabilirsiniz: “Nasıl böyle bir şey olabilir? Nereden çıktı bu? Niye istedi YARSAV bu soruşturmayı, niçin şikâyette bulundu?” Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin’in geçen hafta cuma günü bir açıklaması var, “Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun çalışmalarını geçici olarak askıya aldık, bu çalışmaları durdurduk.” demişti biliyorsunuz.

Ne oldu sonra? Düne bakıyorum ben, Sayın Bakan, Müsteşar -yani söylemek de istemiyorum ama- tıpış tıpış ikisi beraber o toplantıya katıldılar. Niye katıldılar değerli arkadaşlar? Belki atlandı, bunu birazcık irdelemek lazım.

Değerli arkadaşlar, aslında YARSAV sizin söylediklerinizi suç duyusu zaptına veya şikâyet dilekçesine yazmış, yani Sayın Bozdağ’ın,  Sayın Adalet Bakanının, Sayın Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü Çetin Şen’in açıklamalarını almış, şikâyet dilekçelerine yazmış yani sizin beyanlarınızla şikâyette bulunmuş. Yani, Erzincan’da bir olay olmuştu biliyorsunuz. Orada, birinci sınıf olan Erzincan Cumhuriyet Savcısı Sayın Cihaner hakkında soruşturma yapılabilir mi yapılamaz mı? Soruşturma yapıldı, gözaltına alındı, tutuklandı.

Şimdi, Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun bir 250’nci maddesi var, bir 251’inci maddesi var. 250’nci maddesi o tartışmalar yaşanırken çok irdelenmişti. 3’üncü fıkrası “Yargıtayda ve Anayasa Mahkemesinde yargılanacak olan kişilerin durumları saklıdır.” demişti. Tabii o genel hüküm. Buna neresi bakacak? Hâkim ve Savcılar Kanunu bakacak. Yani birinci sınıf hâkim ve savcılar nerede yargılanıyor? Yargıtayda yargılanıyor. Anayasa Mahkemesi kimleri yargılıyor? Milletvekillerini yargılıyor, bakanları yargılıyor; artı, daha başka işte Anayasa değişikliğiyle de öngörmeye çalıştığınız başka kişileri de yargılıyor.

Değerli arkadaşlar, ne olmuştu? Adalet Bakanlığı, sabaha karşı “Erzincan’daki yapılan işlemler hukuka uygundur.” demişti. Yani “Erzincan’daki özel yetkili savcılar doğru yapıyor, birinci sınıf savcıyı oradaki yetkili savcı, yani 250’nci maddeye göre yetkili savcı soruşturur.” demişti. “Bunda hiçbir sakınca yok.” demişti. Aynı şekilde, AKP sözcüleri de çıktılar -çok iyi hatırlıyorum- onlar da dediler ki: “Soruşturma ayrıdır, yargılama ayrıdır yani soruşturma aşamasını oradaki yetkili savcı yapar, makamı ne olursa olsun, Yargıtay yargılasa da, Anayasa Mahkemesi yargılasa da yapar, yargılamayı ilgili bakan yapar. Dolayısıyla burada bir sakatlık yok.” demişti.

İşte, Sayın Adalet Bakanı geçen hafta “Ben HSYK toplantılarını askıya alıyorum.” şeklinde bir açıklama yaptıktan sonra, YARSAV da değerli arkadaşlar, dün bir suç duyurusunda bulunmuş. Ben bunu aldım, okudum, sizlere de tavsiye ediyorum. Alın bir okuyun, bakın bakalım neler demişsiniz sizler. Yani “sizler” derken buradaki sözcüleriniz, belki sizler de aynı şeyi söylemiştiniz. Arkadaşlar, şunu demişsiniz sizler: “Sayın Bakan için de aynı şey geçerli yani Sayın Bakanı, milletvekili olmasına rağmen, 250’nci madde kapsamındaki bir suçla ilgili olarak özel yetkili savcı sorguya çağırabilir, soruşturabilir, tutuklamaya sevk edebilir.” Birinci sınıf savcıyla bakan arasında hiçbir ayrım koymamışsınız siz. Çetin Şen de koymamış yani Ceza İşleri Genel Müdürü de koymamış, “Bunların her biri doğrudur.” demiş. Sayın Bozdağ da aynı şeyi söyledi, ben çok iyi hatırlıyorum, burada.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

TURGUT DİBEK (Devamla) - Tabii, şimdi, bu suç duyurusu üzerine Ankara’daki özel yetkili cumhuriyet savcısı şöyle bir şey yapsa değerli arkadaşlar: Sayın Bakanı ifade için davet etse “İşlediğiniz suç, Ceza Kanunu’ndaki 309’da belirtilen Anayasa’yı ihlal suçunu oluşturur. Çünkü sizin böyle bir yetkiniz yoktur. Sizin Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulunun toplantılarına ara verme, durdurma gibi bir göreviniz yoktur. Sizin…”

HÜSNÜ TUNA (Konya) – Konuyla ne alakası var?

TURGUT DİBEK (Devamla) – Çok alakalı, çok alakalı değerli arkadaşlar.

“…Anayasa’mızdaki kuvvetler ayrılığında, yasama, yürütme, yargıda böyle bir göreviniz yoktur.” deyip, “Bu suç duyurusunu ben ciddiye alıyorum ve benim yetkim çerçevesinde birinci sınıf savcıyı ben soruşturuyorsam Yargıtayda yargılanacak, milletvekilini de soruştururum, bakanı da soruştururum.” dese, merak ediyorum ne diyeceksiniz? Adalet Bakanı ne diyecek?

Değerli arkadaşlar, o nedenle işte dün tıpış tıpış hem Sayın Bakan hem de Sayın Müsteşar o toplantıya katıldılar. Cuma günü “Katılmayacağız.” dediler, salı günü katıldılar. Yani işinize geldiği zaman… YÖK Başkanı da bunu söylemişti değerli arkadaşlar “Biz hukuku dolanırız.” Ama bakın…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Dibek, lütfen sözünü bağlayınız.

TURGUT DİBEK (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, hukuku dolanmak işte başınıza böyle çoraplar da örebilir. Türkiye’yi nereye götürüyorsunuz? İşinize geldiği zaman, “Erzincan’daki Savcı hakkında tutuklama kararı çıksın.” diye aldınız o kanun maddelerini, eğdiniz, büktünüz ama şimdi başınıza gelince bu konu, başınıza gelince değerli arkadaşlar, derhâl önlem alma ihtiyacı duydunuz. Lütfen bunları yapmayın. Hukukçu olan arkadaşlarımız var. Metinleri okuduğumuz zaman hepimiz aynı şeyi görüyoruz değerli arkadaşlar.

Bu uyarıyı burada yapmak istiyorum değerli arkadaşlar yani buna dikkat etmemiz gerekir. Ben milletvekillerinin dahi, milletvekilleri olarak sizlerin, bizlerin, benim dahi, bu anlayışla, sizin anlayışınızla herhangi bir gün bir özel yetkili savcı tarafından ifadeye çağrılabileceğini düşünüyorum. Çünkü bunu siz söylüyorsunuz değerli arkadaşlar.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Dibek.

İzmir Milletvekili Harun Öztürk.

Buyurunuz Sayın Öztürk.

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Türk-Alman Üniversitesi kurulmasını desteklediğimi belirterek sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, görüşmeler sırasında, kurulacak üniversiteye İstanbul’da bir fidanlık alanının tahsisiyle ilgili çalışmalar yapıldığı Sayın Bakan tarafından ifade edildi. Yine, kurulacak üniversitenin bir devlet üniversitesi olduğuna dair Bakanlar Kurulu kararı alındığından  söz edildi.

Değerli milletvekilleri, Hükûmetin, kurulacak üniversitenin devlet üniversitesi olduğu yolunda kararı alırken bir amacı elbette vardır. Bu amaç, Türk-Alman Üniversitesini devlet üniversitesi saymak suretiyle ormanlık alandan yer tahsisini mümkün kılmaktır yani Bakanlar Kurulu kararı ile ormandan yer tahsisinin önü açılmak istenmiştir.

Değerli milletvekilleri, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17’nci maddesinin üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesinin iptal gerekçeleri dikkate alınarak 2004 yılında değiştirilmiş ve maddede somutlaştırılan üstün kamu yararları için ormanlık alanlardan tahsis yapılması olanaklı kılınmıştır. 17/6/2004 tarih ve 5192 sayılı Kanun’la yapılan bu düzenleme açılan bir iptal davası üzerine Anayasa’ya uygun bulunmuştur.

Görüşülen tasarıyla ilgili olarak Hükûmetin kurulacak üniversiteye yapılacak fidanlık tahsisini hukuka uygun göstermek için bir Bakanlar Kurulu kararı çıkardığı anlaşılmaktadır. Bunu sağlayan Bakanlar Kurulu kararıyla bu üniversiteye devlet üniversitesi statüsü verilmiştir.

Fidanlık yerinin tahsisiyle ilgili olarak bir sivil toplum kuruluşu tarafından Danıştayda söz konusu Bakanlar Kurulu kararının ve buna dayanak yapılan tahsisin iptali için bir dava açılması durumunda her iki işlemin iptali ihtimali vardır.

Değerli milletvekilleri, devlet üniversitesi olduğuna ilişkin Bakanlar Kurulu kararı iptal edilmese bile, bundan bağımsız olarak fidanlık yerinin tahsisi işlemi, söz konusu üniversitenin ormanlık alanda kurulmasının zorunlu ve kaçınılmaz olduğu kanıtlanamadığı takdirde iptal edilebilecektir.

Geçmişte Koç Üniversitesiyle ilgili olarak ormanlık alandan yapılan tahsis konusunda yaşanan sıkıntıların yeniden yaşanmaması için kurulacak üniversiteye ormanlık alanı dışında bir yer tahsisi konusunda Hükûmet çaba göstermelidir.

Değerli milletvekilleri, kurulacak üniversiteye tahsis edileceği ifade edilen fidanlıklarla ilgili olarak Danıştayın 2004 yılında vermiş olduğu bir karara işaret ederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Türkiye genelinde toplam 39 adet devlet orman fidanlığının kapatılmasına ilişkin Çevre ve Orman Bakanlığının 1/4/2004 tarihli olurunun yürütmesinin durdurulmasına Ankara 12. İdare Mahkemesi karar vermiş, Bölge İdare Mahkemesi karara itirazı reddetmiş, temyiz talebi de Danıştay tarafından reddedilmiştir.

Hükûmetin bu yasayla ilgili yapacağı tahsis işlemlerinde dikkate alması için söz konusu yürütmeyi durdurma kararının gerekçesini bilgilerinize sunmak istiyorum: “Ekolojik çevrenin hayati unsurlarından olan ve etkileri zamana yayılarak doğada geri dönüşümü olmayan zararlara yol açan erozyonun önlenmesinde büyük önem arz eden ağaçlandırma ve buna bağlı olarak fidan üretiminin devletin temel ve asli görevlerinden olması, fidan üretiminin geliştirilmesi ve artırılmasının devlet politikası olarak belirlenmesi karşısında fidan üretiminin modernleştirilerek artırılmasına yönelik çalışmalar yapılması gerekirken, devlet politikası ile hedeflenen fidan üretimine ulaşılmasını engelleyecek biçimde, üstelik ayrıntılı ekonomik ve teknik analizler de yapılmaksızın...”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

HARUN ÖZTÜRK (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

“...39 adet devlet orman fidanlığının kapatılması yolunda tesis edilen işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uyarlılık bulunmamıştır.” demektedir mahkeme, gerekçesinde.

Değerli milletvekilleri, bu hatırlatmaları yaptıktan sonra, tasarının hayırlı olması dileğiyle yüce heyetinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.

Soru-cevap işlemine geçiyorum.

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, başka kişisel konuşma var mı?

BAŞKAN – 2 kişi konuştu efendim.

Sayın Taner, Sayın Öztürk, Sayın Doğru, Sayın Nalcı sisteme girmişlerdir. Sırasıyla söz vereceğim.

Buyurunuz Sayın Taner.

RECEP TANER (Aydın) – Sayın Bakan, biraz önceki açıklamalarınızda ayrılan okul yerleriyle ilgili kısa vadede istimlak yapılamayacağı anlaşıldı. On-on beş yıl önceden beri yerleri okul yeri olarak ayrıldığı için tasarruf hakları ellerinden alınan ama istimlak edilmediği için de mülkiyetleri üzerinde kalan kişiler belediyelere emlak vergisi ödemekteler. İstimlakini gerçekleştiremediğiniz arsaların emlak vergilerini Millî Eğitim Bakanlığı olarak neden ödememektesiniz? Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Taner.

Sayın Öztürk...

HARUN ÖZTÜRK (İzmir) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, biraz önce bir soru üzerine verdiğiniz cevapta, imar planlarında okul yeri olarak ayrılan yerlerin imar durumlarının değişikliğine izin vermediğinizi söylediniz. Okul yerleriyle ilgili imar değişikliği izin yetkisi sizde mi, yoksa imar değişikliğinin uygun olmadığına ilişkin ilgili belediyeye görüş mü bildiriyorsunuz? Görüş bildiriyorsanız imar değişikliklerinde bu görüşünüz ne ölçüde dikkate alınmaktadır?

Yine, bir başka soruya verdiğiniz cevapta, taşrada okulların il özel idareleri tarafından yapıldığını belirterek, ne kadar kamulaştırma yapılacağının valiliklerden öğrenilmesi gerektiğini ifade ettiniz. Eğer yanlış anlamamışsam, bir Millî Eğitim Bakanının ihtiyaç duyduğu altyapı yatırımlarını takip etmemesi beni son derece endişelendirmiştir.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Öztürk.

Sayın Doğru…

REŞAT DOĞRU (Tokat) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Bakanım, 1992 yılından itibaren Türk dünyasından “Büyük Öğrenci Projesi” adı altında ülkemize okumak için öğrenciler geliyor. Ancak bu gelen öğrenciler arasında Türk gençleriyle ilişkilerin geliştirilmesi konusunda bazı sıkıntılar da yaşanıyor. Millî Eğitim Bakanlığı olarak sosyal faaliyetler veyahut da çeşitli kurultay adı altında çalışmalar yapılıp da bu öğrencilerle Türk gençleri arasında, Türkiye gençleri arasında bir birliktelik veyahut da beraberlik sağlanabilir mi? Sorumun birisi bu.

İkinci sorum olarak da: Azerbaycan, Bakü’de bir okulumuz var. Bu okulda öğretmen eksikliği had safhada. Aynı zamanda, bunun yanında, okulun da fiziki görüntüsü ve konumu çok kötü. Bu okulun tabii ülkemize yakışır bir görünümü de yok. Bununla ilgili herhangi bir çalışma yapılamaz mı, hem okulun fiziki görüntüsü noktasında hem de öğretmen açığı veyahut da diğer personel açığı konusunda?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Doğru.

Sayın Nalcı…

KEMALETTİN NALCI (Tekirdağ) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, Trakya’nın Tekirdağ Çerkezköy ve Kapaklı bölgesinde Tekirdağ İl Millî Eğitim Müdürünün bir açıklaması var “Önümüzdeki dönem sağlıklı eğitim verilebilmesi için Kapaklı’ya üç okul, Çerkezköy’e de en az iki okul lazım.” diye. Bununla ilgili herhangi bir çalışma var mı ve bu okullar yeni öğretim yılına yetişebilecek mi?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Nalcı.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

“Okul yeri olarak ayrılan arsaların istimlak edilip edilemeyeceğini veya bu istimlak edilemiyorsa bile, bedeller ödenemiyorsa bile, uzun yıllar süren mülkiyete ilişkin tasarruf haklarının kısıtlanması nedeniyle hiç olmazsa emlak vergileri Bakanlığınız tarafından ödenemez mi?” diye sordunuz. Şimdi, her şeyden önce, buralarla ilgili ayrılan yerlerde şöyle bir hukuki durum var: İmar planlarında burası okul yeri olarak ayrılıyor sadece. Kişinin burada mülkiyetine ilişkin tasarruf hakkı kısıtlanmış olsa dahi herhangi bir şekilde mülkiyet değişmiyor. Dolayısıyla, mülkiyet değişmediği sürece emlak vergilerinin ödenmesi sorumluluğu malik üzerinde doğan bir sorumluluk olduğu için maalesef emlak vergilerinin bizim Bakanlığımız tarafından… Tabii Türkiye’deki mülkiyete ilişkin hukuk sistemi ve bu düzenlemelere ilişkin davranıyoruz yani Millî Eğitim Bakanlığı olarak burada, belki de zaman içerisinde…

Bir bağlantılı soru olarak cevaplandırayım: “Okul yerlerine ilişkin imar değişikliklerine siz mi karar veriyorsunuz?” dedi. Biz, ihtiyacımız devam ettiği sürece izin vermeyi uygun görmediğimizi belirttim ama bu bizim yetkimiz alanında olan bir konu değil elbette. Belediye meclisleri isterlerse bir yeri okul alanı olmaktan çıkarabilirler ama Türkiye'de genel olarak belediyelerimizin de bu konuda gösterdiği bir hassasiyet söz konusu. Millî Eğitim Bakanlığı “Okul yeri ihtiyacımız devam etmektedir.” dediği sürece buraların okul alanı olmaktan çıkarılması çok istisnai bir durum bizim için. İzin veren biz değiliz, belediye meclisleri.

Sayın Doğru “Türk dünyasından gelen gençlerin birlikteliği ve kaynaşması” dedi. Gerçekten son dönemde hem Türk cumhuriyetlerinden hem de bölgeden, Orta Doğu ülkelerinden Türkiye'de yükseköğrenim görmek üzere gelen gençlerin sayısında hem bir artış var hem de Türkiye bu anlamda bir cazibe merkezi olmaya doğru ilerliyor. Gençlerin Türkiye'de bulundukları süre içerisinde hem ülkemize adaptasyonu hem kardeşliği ve birlikteliği pekiştirmek adına çok sayıda sosyal aktivite uygulanıyor. Burada cevap verme sürem içerisinde, kısıtlı süre içerisinde anlatamayacağım kadar büyük çalışmalar var. Çok yakın bir tarihte de yine Türki cumhuriyetlerden ve yurt dışından akraba topluluklarından gelip Türkiye’de okuyan öğrencilerimizle “büyük mezuniyet buluşması” adı altında geniş çaplı bir buluşma düzenliyoruz. Bu toplantıyı Ankara’da yapacağız. Sizlerin de katılımınız bizi memnun eder milletvekillerimiz olarak. Bundan memnuniyet duyarız.

Sayın Doğru’nun ikinci bir sorusu da Azerbaycan Bakü’deki o Türk okuluyla ilgiliydi. Yarıyıl tatilinde ben bu Bakü’deki okulda karne dağıtım törenine katıldım ve oradaki durumu yerinde görme şansım oldu. Her şeyden önce Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın İlham Aliyev nezdinde de Eğitim Bakanlığı nezdinde de bu okulun fiziki şartlarının düzeltilmesi ve yeni bina inşası için arsa tahsisi istedik. Okulumuzun bulunduğu yerin çevresindeki arsalar son derece kıymetli, bu nedenle de bize tahsisi yapılmıyor. Mevcut şartlar içerisinde de çok eski bir bina. Ne kadar binaya yönelik boya, badana, ilave şey yapıyor olursak olalım maalesef bu fiziki şartları aşamıyoruz. Takdir edeceğiniz üzere bu okul her ne kadar bir Türk okulu da olsa egemenlik hakkı olan bir başka ülkenin toprakları içerisinde, dolayısıyla taleplerimizi ve bu konudaki girişimlerimizi o ülke nezdindeki makamlar tarafından yapıyoruz. Orada bir öğretmen açığı söz konusu değil. Yani öğretmenlerimiz sayıca, ders ve öğrenci sayısına uygun şekildedir.

Sanıyorum cevaplandırdım. Cevaplandıramadığım sorular varsa yazılı olarak cevap vereyim.

BAŞKAN – Süremiz var. 2 milletvekilimiz daha sisteme girmişler, onların da sorularını alalım.

Sayın Genç…

KAMER GENÇ (Tunceli) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, aslında Sayın Bakana sormak istediğim -gerçi biraz önce bir açıklama yaptı ama- İmar Kanunu’na göre kamu hizmetlerine tahsis edilen yerler beş yıl içinde istimlak edilmezse mülk sahibinin geri alma hakkı var.

Birinci sorum şu: TOKİ tarafından el konulan okul, arsa ve binaları var mıdır? Bunlar nerededir?

İkincisi: Tunceli’de, uzun zaman, işte bu okul yakmaları nedeniyle, göçler nedeniyle birçok köyün okulu yakılmıştı, köylerin çoğu boşalmıştı ama son zamanlarda, köylere tekrar dönme var. Bu arada, gezdiğim bazı köylerde, mesela Tunceli merkeze bağlı Çimenli köyünde, Mazgirt’e bağlı Akdüven köyünde ve Pertek’e bağlı Pirinççi köyünde yeterli öğrenci var fakat okul binaları yok. Bunlar ilgili yerlere başvurmuşlar, ben de oralarda sordum ama sağlıklı bilgi alamadım. Bu köylere bu sene içinde okul yapılacak mı? Çünkü yeteri kadar okul var.

Bir de…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Genç.

Sayın Taner…

RECEP TANER (Aydın) – Millî Eğitim Bakanlığının istimlak edeceği rakam yaklaşık 6 milyar TL’nin üzerinde. Dolayısıyla, şu andaki yatırım bütçeleriyle sizin Bakanlığınızın vatandaşın yerlerini istimlak etmesi on beş-yirmi yıl daha alacak. On yıldan, on beş yıldan beri emlak vergilerini vatandaş kendisi ödüyor tasarruf edemediği yerle ilgili. Dolayısıyla, sadece Bakanlık olarak değil, Hükûmet olarak bu konuda bir çalışma yapmayı düşünmüyor musunuz? Vatandaş kullanamadığı, vatandaş kendi iktisabında olmayan yerin vergisini ödemeye devam ediyor; on beş yıl, otuz yıl bu yerlerin vergisini ödüyor. Bu konuda bir çalışma yapmayı düşünmüyor musunuz?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Taner.

Buyurunuz Sayın Bakan.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI NİMET ÇUBUKÇU (İstanbul) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Genç sorusunda “TOKİ tarafından el konulan arsa var mıdır?” dedi. TOKİ, Başbakanlığa bağlı, toplu konut yapmak üzere kurulmuş yasal bir kuruluş. Her şeyden önce TOKİ bir şeye el koymaz. Yasal çerçevede eğer bir arazi tahsisi söz konusuysa bunların üzerinde okul, sağlık kurumu, sosyal donatı alanı ve toplumun konut ihtiyacını karşılar. Dolayısıyla şu anda sorduğunuz soru karşılığında -yani bu okul alanı da olabilir, başka arsalar da olabilir- bu konuda Toplu Konut İdaresinin yaptığı inşaatların arsalarının hukuki pozisyonlarıyla ilgili benim elimde bir veri yok. Dolayısıyla, değerlendiririz.

Şimdi, köylerin boşaltılması neticesinde okulların boşaltıldığını ama şimdi, köye geri dönüşün başladığını ifade ediyorsunuz. “Okulların planlaması yapılırken tekrar okul yapmayı düşünüyor musunuz?” dediniz. Şu anda, aslında tam da kırsaldan kente göç nedeniyle köylerde eğitim görecek çocuk çağ nüfusunun son derece düştüğünü biliyoruz biz. Dolayısıyla, bu çerçevede yaklaşık 18 bin okul da eğitim öğretimin dışına çıkarıldı. Yani oralarda, köylerde okul ihtiyacı kalmadı çünkü öğrenci yok. Dolayısıyla, eğer dönüş söz konusuysa biz bu dönüşleri de baz alarak bir bölgenin eğitim kurumu ihtiyacını, oradaki yaş gruplarına, nüfus artış hızına, dönüş ve göç alma oranlarına bakarak yeniden inşa edebiliriz, bunu da yatırım planlarımıza alabiliriz ama yılın başında strateji kurumumuzda planlarımızı biz, bütün il, ilçe, köy ölçeğinde bu değerlendirmeleri yaparak kararlaştırıyoruz. Sizin söylediğiniz köylerle ilgili şu anda bizim elimizde bir bilgi yok.

Aynı şekilde, Tekirdağ Milletvekilimizin sorduğu, okul ihtiyacına ilişkin de kısa bir şey söylemek istiyorum. Gene okullarımızı tüm Türkiye’yi planlarken okul ihtiyaçlarını mesleki eğitimden diğer alanlara kadar -Anadolu lisesi, fen lisesi- planlamak suretiyle ve tüm illerimiz arasında objektif, eşit, adil kurallar uygulamak suretiyle yatırım planına aldık. Dolayısıyla, bu yıl Tekirdağ için yapabileceklerimizi de yine ilan ettik. Onun dışında, okul ihtiyacının karşılanması konusunda hem hayırseverlerimiz kanalıyla hem Millî Eğitim Bakanlığı hem TOKİ tarafından yapılan inşaatlarımız bu konuda derslik ihtiyacının karşılanmasına yönelik çalışmalarımız devam ediyor.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bakan.

4’üncü madde üzerinde önerge yok.

4’üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler… Kabul etmeyenler… 4’üncü madde kabul edilmiştir.

5’inci maddeyi okutuyorum:

MADDE 5- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Çetin Soysal. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Soysal.

CHP GRUBU ADINA ÇETİN SOYSAL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın 5’inci maddesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım.

Tabii, bu tasarı, Türkiye Cumhuriyeti tarafından İstanbul’da bir Türk-Alman Üniversitesi kurulmasına ilişkindir. Ancak, bunun, ne yazık ki Alman Başbakanın, Sayın Merkel’in ülkemizi ziyaret ettiği bir süreçte gündeme gelmesi, sanki Sayın Merkel’e bir jestmiş gibi görülmektedir. Tabii, bu da beraberinde bir şirin görünme anlayışını mı getiriyor diye düşünmemek mümkün değil. Aslında, karşılıklı ilişkiler elbette ki gelişmeli, karşılıklı ilişkiler son derece önem taşımalı. Nitekim, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun almış olduğu karara da bir baktığımız zaman, Komisyonun tasarı üzerindeki kararında “en çok Türk vatandaşının yaşadığı ülkenin Almanya olması nedeniyle karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi adına atılmış olan bu adımın olumlu olduğu, ancak devletler arasındaki ilişkilerde karşılıklılık ilkesinin gözetilmesi gerektiği ve bu doğrultuda Almanya’da da benzer bir üniversitenin kurulması gerektiği, böylece iki ülke arasındaki ilişkilerin daha gelişeceği,” ifade ediliyor.

Niye bu eş zamanlı değil? Niçin biz bu konuda adım atıyoruz ancak aynı adımı Almanya atmıyor? Sayın Merkel’in de “Neden olmasın.”ını fazla büyütmenin de çok fazla bir önemi yok. “Neden olmasın.”a baktığımız zaman, aslında “Neden olmasın.”ın, “olmayacak” anlamına geldiğini de görmemek mümkün değil, onu da görmezlikten gelemeyiz. Bu, karşılıklı olmalı. Adım atılacak ise Almanya’nın da ciddi bir adım atması gerekmekte iken aynı adımı, aynı yaklaşımı orada gördüğümüz söylenemez.

Yine aynı şekilde “Üniversitenin Türkiye’ye getireceği mali yükün fazla olduğu, Almanya’nın sadece akademik personel konusunda yardım sağlamasının yeterli olmadığı,” yine Komisyonumuz tarafından ifade edilmektedir. Bunları, her ikisi de dikkate alınması gereken, Komisyonun doğru tespitleri olarak değerlendiriyoruz.

Yine Komisyonun bir tespiti daha var: Yoğunluk açısından İstanbul’da çok fazla üniversite bulunduğu, üniversitenin İstanbul dışında bir ilde kurulmasının önemli olduğu ifade ediliyor. Doğru bir yaklaşımdır. İstanbul’da yeni bir üniversitenin kurulması, İstanbul’un yükünü daha da fazla artıracaktır. Özellikle Beykoz’da, belirlenen yerde yapılması hâlinde, her ne kadar Sayın Bakan “Orası kesin değil.” dese bile, oraya bir yoğunlaşmanın olduğunu görmekteyiz. Oraya baktığımız zaman, yeşil alanları ciddi şekilde talan edilebilecek bir altyapının oluştuğunu da görüyoruz.

Onun için, yer seçimi konusunda da Komisyon aslında doğru bir adım atıyor. Bu anlamda, İstanbul dışında olmasının çok daha önemli olabileceğini ve buna dönük bir çalışmanın yapılmasının daha ciddi olabileceğini ifade etmek ve bu doğrultuda bir çaba sarf etmek doğru olabilir diye düşünüyorum. Ancak, tabii, eğitim sistemimize baktığımız zaman, Türk-Alman Üniversitesinin kurulması hiçbir şeyi değiştirmeyecektir eş zamanlı da olmadığı için çok fazla bir önemi olmadığını görüyoruz.

Değerli milletvekilleri, ne yazık ki okullarımızda baştan aşağı çok önemli problemlerle karşı karşıyayız. Eğitim sistemimiz bir çıkmazın içindedir. “Eğitimde bir fırsat eşitliği vardır.” demek mümkün müdür? Hayır. Eğitim sistemimize baktığımız zaman, ne yazık ki eğitim tamamen paralı hâle gelmiş, artık, Anadolu’daki çocuklarımızın eğitimle ilgili bundan sonraki süreçte beklentileri yok olma noktasına gelmiş.

Görüyoruz, izliyoruz ve biliyoruz ki eskiden Anadolu’daki liselerin bir önemi vardı; Anadolu liselerine baktığımız zaman, Konya lisesinin de, Diyarbakır lisesinin de, Sivas lisesinin de, Antalya lisesinin de bir önemi var idi. Bugün baktığımızda, bu liselerin gerçekten artık işlemez hâle geldiğini, yeterince eğitimin verilmediğini görüyoruz, yaşıyoruz ve bugün bu liselerdeki sistemin, artık üniversitelere yeterince öğrenci taşımadığını da görmekteyiz. Hatta üniversitelerin de çok ciddi şekilde eğitim düzeyinin düştüğünü görüyoruz. Örneğin, yapılan bir araştırmayı söyleyeyim size. “Çanakkale Savaşı Ruslara karşı mı, Japonlara karşı mı yapıldı?” sorusuna yüksekokulda 100 öğrencinin… Ki magazinleşmiş, her 18 Martta bunu anıyoruz, Anzaklar geliyor, basında yer alıyor, Çanakkale’ye Sayın Başbakan dâhil birçok insan gidiyor ve dikkatler oraya çekilmiş olmasına rağmen, 100 öğrenciye sorun, 98’inden alacağınız yanıt ya “Japonlar”dır ya “Ruslar”dır. Yani, bilgi düzeyinin ne kadar eksik, ne kadar yetersiz olduğunu, gözleme dayalı eğitimin olmadığını, eğitim sisteminin ne kadar çarpık olduğunu ve bunu dahi, güncelleşmiş, magazinleşmiş bir olayı dahi, hatta ülkenin Başbakanının gittiği… Hatta, gezi olarak giden öğrencilerin dahi bu konuda yeterli bilgi sahibi olmaması büyük bir eksiklik olarak karşımıza çıkıyor.

Aslına baktığımız zaman, eğitim sistemimizdeki olumsuzluklar had safhada. Bakın, ataması yapılamayan binlerce öğretmen, 200 binin üzerinde ataması yapılamayan öğretmen var, bir o kadar da öğretmen açığı olduğu ifade edilmekte ama baktığımız zaman, eğitimini almış ve gerçekten bu konuda katkı sunmak isteyen öğretmenlerimiz artık işsizler ordusuna katılma aşamasına geliyor, 200 binin üzerinde ataması yapılamayan bir öğretmen kitlesiyle karşı karşıyayız. Sözleşmeli öğretmenlere baktığımız zaman, sözleşmeli öğretmenlerin de gerçekten çok büyük acı ve sancılar yaşadığını görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde Güneydoğu’daydım, orada öğretmenlerin getirmiş olduğu sorunları hayretler içerisinde izledim. Örneğin, İzmir’de yaşayan bir öğretmenimizin özürlü çocuğu var. Sözleşmeli öğretmen, eşi orada ama Güneydoğu’da görev yapıyor. Güneydoğu’da görev yaparken özürlü çocuğunu görme imkânı bile yok. Özürlü çocuğunu oraya getirmeye kalktığı takdirde özürlü çocuğunu orada yetiştirebilecek koşullar yok. Eş durumundan ötürü burada sancılar yaşanıyor. Yine, bir öğretmen, ataması yapılmış, sözleşmeli öğretmen, ona verilen görev ne ise onu yerine getirmek zorunda, feryadını, çığlığını duyurmaya çalışıyor ve orada, o öğretmenimizin, bir çığlık içerisinde “Tuvaletleri temizlemek zorunda kalıyorum çünkü verilen görev neyse onu yapmak zorunda kalıyorum. Öğretmenlik hariç her türlü görevi yapmak durumunda kalıyoruz.” diye feryatları var. Bunları, isimlerini söylemek istiyorum ancak iş güvencesi olmadığı için, işlerine son verilme endişesi ve korkusu olduğu için bunları söylemekte ne yazık ki zorluk çekiyoruz ama baktığımız zaman buna bile razı oluyor.

Örneğin, okul öncesi eğitim veren öğretmenler üç yıl meslek lisesini okuyacak, iki yıl yükseğini okuyacak ama lisans alamayacak. Buna bir çözüm üretilmeyecek mi? Bu insanlar niçin üç yıl meslek lisesine gidiyor? O meslek lisesi niçin var? İki yıl yükseği niçin var? Bu eğitimi aldıktan sonra niçin… Her yıl 3.555 kişi mezun oluyor bu okullardan. Okul öncesi eğitimi vermek için yetiştirilmiş bu çocuklarımıza, bu gençlerimize biz lisans vermeyecek miyiz? Buna bir çözüm bulmamız gerekmiyor mu? Ne yazık ki bu da binlerce insanın kapılarda, mesleklerini hayata geçirme konusunda zorluklar yaşamasına neden oluyor.

Şimdi, yaşadığımız bir olay: Bundan bir süre önce bir Bedrettin olayını yaşadık. Bedrettin 5 yaşında, 5 çocuklu bir ailenin ortanca çocuğu. Şimdi, bu çocuğa yine bir başka çocuklar tarafından, aynı işi yapan çocuklar tarafından işkence edildiğine tanık olduk. Şimdi, bu çocuklar niçin mendil satmak zorunda kalıyor? Bu çocuklar niçin ciklet satmak zorunda kalıyor veya bu çocuklar niçin ayakkabı boyamak zorunda kalıyorlar? Şimdi, valilikler,  bunlara dönük alışveriş yapma veya bu çocukların getirdiği şeyleri satın almama yasağı getirdi. Bu, yasaklarla değil, bu insanların… Örneğin, Adana’daki bir köye “dilenci köy” deniyor, “dilenci köy” diye ifade ediliyor.  Niçin o köy dilenci? Niçin o köy o hâle gelmiş? Niçin orada eğitime önem vermemişiz? Niçin o insanların gelişimine katkı sunmamışız? Niçin İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde çocuklar Selpak satmak zorunda kalıyorlar, mendil satmak zorunda kalıyorlar veya ciklet satmak zorunda kalıyorlar veya dilenmek zorunda kalıyorlar?

Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki yoksulluk, açlık, sefalet, işsizlik had safhada ve insanlar çocuklarını okula gönderme yerine çalıştırmak durumunda kalıyorlar. Bu işi kaynağından çözmemiz gerekir iken bizim olaya yasakçı bir anlayış içerisinde bir eğilim göstermemiz doğru bir yaklaşım değil.  

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Gerçekten eğitim sistemimiz bir çöküntü noktasında. Aç bırakarak ağlatan, cahil bırakarak yalvartan bir anlayışla okullarımız yönetilemez, salt birtakım yardımlarla geliştirilemez. Bilgiyle, teknolojiyle okulların beslenmesi gerekir iken en başta yetiştirme yurtları olmak üzere yine ilköğretim yatılı okullara baktığımızda oralarda büyük bir felaketin olduğunu görüyoruz. En son ben Polatlı’daki okula gittim, gördüm ve gerçekten içler acısı ve okullarımızda uyuşturucunun da had safhada olduğunu ve on-on iki yaşında çocukların uyuşturucuyla buluştuğuna tanık olmanın sancısını ve sıkıntısını orada yaşadım. Belgeleriyle size verebilirim. Orada yaşayan çocuğun birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini ve madde bağımlısı olduğunu biliyorum. Kendisini de, ismini de, ailesini de size verebilirim ve daha da önemlisi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hemen bitişiğinde gençlerin uyuşturucu kullandığına dair elime gelen bilgiler var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi bağlayınız.

ÇETİN SOYSAL (Devamla) – Bunları da ben Millî Eğitim Bakanlığımızla paylaşmayı bir görev olarak kabul ediyorum.

Hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Soysal.

Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına Balıkesir Milletvekili Ahmet Duran Bulut. (MHP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Bulut.

MHP GRUBU ADINA AHMET DURAN BULUT (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk-Alman Üniversitesi kurulmasıyla ilgili Hükûmetin getirmiş olduğu kanun tasarısı hakkında grubum adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’de bir ilk gerçekleşiyor; bir yabancı ülke kendi adıyla Türk Hükûmetiyle ortaklaşa bir üniversite kuruyor. Üniversite kurulması tabii çok önemli, bir ülkenin kalkınmasının önemli göstergelerinden biri. Türkiye’de 45’i vakıf, 94’ü devlet olmak üzere 139 üniversite ile biz hizmet vermekteyiz. Bu üniversite kurulduğunda 140 üniversitemiz olmuş olacak.

Öğrencilerimizin yüzde 85 dışarıda kalıyor, yüzde 15’i üniversiteye girebiliyor. Bu giren öğrencilerimiz YÖK tarafından, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından, ülkenin ihtiyaçları doğrultusunda bir planlama yapılmadığı için, gelişigüzel, genelde vakıf üniversiteleri kolaylarına gelen bölümleri açarak okullara öğrenci almaktadırlar. Alınan bu öğrenciler okullarını bitirdiklerinde ülkenin gerçekleriyle yüz yüze geliyorlar. Birçoğu iyi yetişemediği için, birçoğu yabancı dil bilmediği için Türkiye’de iş imkânı bulamıyorlar. Eğitim fakültelerinden mezun 300 binin üzerinde öğretmen adayımız bugün işsiz ise bu yapılan çok yanlış bir eğitim politikası neticesindedir. Türkiye’de böyle bir eğitim planlaması yapılmamıştır. Değerli milletvekilleri konuşmalarında, sanayinin, ekonominin ihtiyacı olan ara insan yetiştirilmesi konusunda mesleki ve teknik okullara yeterince ağırlık verilmediğini ifade ettiler. Bu, ülkenin bir gerçeğidir.

Tabii, üniversite kurulurken bu üniversitenin merkezi olarak İstanbul’un seçilmesi yine ayrıca düşündürücü. Niçin bu üniversite Siirt’te açılmıyor? Niçin bu üniversiteyi Çorum’a kurmuyoruz? Neden İstanbul? İstanbul üzerinde birtakım oyunlar dönüyor, oynanıyor.

Size bir konudan bahsetmek istiyorum sayın milletvekilleri: İngiliz “Ottoman Finance Company”nin kurduğu “Osmanlı Yapı” adlı şirket 120 milyon dolar vererek, İstanbul’un Riva bölgesinde, sahibi olan Celaloğlu ailesinden 1 milyon metrekare arazi almıştır. Bu araziyi Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmadan, Osmanlının son dönemlerinde, o dar dönemlerimizde yine İngilizler istemiş fakat istekleri reddedilmiştir. Şimdi, bu arazinin sahibi oldular. Bu arazinin Boğaz’daki sahili, Kilyos sahilleri çıkartma için çok elverişli, müsait, stratejik bir yerdir. Bunun karşı tarafını da, hazine arazilerini adım adım, parça parça İsraillilerin aldığı iddia edilmekte. Aylar önce Hükûmete verdiğim soruya bugüne kadar bu konularda da cevap almış bulunmamaktayım.

ABD’nin yine İstanbul’daki büyükelçilik statüsünde Balkanları, Kafkasları, Karadeniz’i izleyen, gözleyen ve bu güçlerin oralarda koloniler kurmak adına yaptıkları, Millî Savunma Bakanlığımızın, devletimizin hiç mi dikkat etmediği ama adım adım birtakım şeylerin yapıldığı gerçeğini de yine soru olarak sordum, buna da bir cevap alamadım.

İlla bu bölgede, İstanbul’da, Boğaz’a nazır… “Fransızlara veriyorsunuz da bize neden vermiyorsunuz?” bakışıyla, mantalitesiyle bu üniversiteye biz yer veriyoruz. Demin Sayın Bakana sordum: Böyle bir üniversitenin kuruluşunu biz mi talep ettik yoksa Almanlar mı bize bunu teklif ettiler? Yer bizim, bina bizim, maaşını biz veriyoruz, adı Alman’ın oluyor. Sizler güya ticareti iyi bilirsiniz, böyle bir ortaklık olur mu değerli milletvekilleri? Ama nedense -hâlâ cevabını bulabilmiş değilim- Merkel’in Türkiye’ye gelişine rast getirilen bu kanun tasarısı, sanki Merkel’in “Siz kendi vatandaşlarınızın soyulmasına, dolandırılmasına engel olamıyorsunuz ama biz, bizim ülkemizdeki Türklerin soyulmasına mâni olmak için açmış olduğumuz mahkemeler dolayısıyla Türkiye’de bu işe karışanların ifadesini almak istedik, siz kabul etmediniz.” anlamında Deniz Feneri gündeme gelir de son günlerde kamuoyunu oluşturan AKP Anayasası gölgede kalır düşüncesiyle, Merkel’e bir jest olsun amacıyla mı bu tasarı getirildi diye düşünmeden de edemiyorum.

Bir üniversitenin dilinin yabancı dilde olması, bu üniversitenin Almanca olması, bu da ayrıca manidar. Türkçe dili, nüfus itibarıyla dünyada en yaygın dillerden biridir, dilimizin farkına varmamaktayız. Tarihçi Hamilton “Viyana’dan Kore’ye kadar gidecek olursanız anlaşabilmeniz için Türkçe yeterlidir.”  demektedir ama biz bu topraklarda Türkçe diline devlet olarak, hükûmetler olarak gereken özeni gösteremediğimiz için, ülkemizin bazı bölgelerine gidip yerleşen Türk boyundan, Türk soyundan, obalardan insanlarımız bile Türkçeyi unutmuş, yerel dillerle bugün konuşur hâle gelmişlerdir.

Bu yabancı dilde eğitim gören gençler o dilin, o ülkenin, o kültürün mantalitesine sahip olurlar. Yani Saint Joseph, Saint Benoit, Robert mezunları bu okulları bitirdikten sonra o ülkelerin üniversitelerine giderler. Ondan sonra o çocukların buralara geldiğini, kendi rızalarıyla geldiklerini düşünmeyin lütfen. Geliyorlarsa siyasete gelirler, siyasette en üste gelirler, bakan olurlar, genel başkan olurlar, bir yerlere getirilirler; iş adamı olurlar, büyük firmaların distribütörü olurlar, yolları açılır ama bizim, kendi insanımızın, kendi gençlerimizin önünü açmak adına millî politikalardan vazgeçmememiz gerekmektedir. Bu anlamda, bu okullarda acaba takip ediyor muyuz Türk millî eğitiminin amaçladığı insan tipi yetiştiriliyor mu? Buralara dikkat ediyor muyuz?

Almanya gibi birçok güçlü ülkeler nüfuz alanlarını genişletmeye çalışıyorlar; Almanya Kanada’ya göçmen gönderiyor, Almanya Güney Afrika’ya göçmen gönderiyor, onları finanse ediyor, oradaki kolonilerini genişletmeye çalışıyor. Türkiye’de bu üniversiteyi kurdururken biz Almanlara 3,5 milyon Türk’ün yaşadığı, 1 milyona yakın öğrencinin bulunduğu Almanya’da niçin bir Türk üniversitesinin kurulması için karşılıklılık anlamında diretmiyoruz da teslim oluyoruz? Neden? Eksiğimiz nedir bunlardan? Parasını mı veriyorlar, masrafını mı çekiyorlar? Hayır. Ülkemin en güzel yerlerine, ormanları da keserek, çevreyi de katlederek Almanların dilinde yayın yapacak, eğitim yapacak, çıkan öğrencilerin de Almanya’ya gidip beyin göçü olmasını sağlayıp oralara götürmesini sağlayacağız.

Türk dünyası değerli milletvekilleri, Almanya’nın pazarıdır. Türkiye ile Almanya arasındaki ticaret hacmimizde de büyük adaletsizlik vardır. 300 ton biz Almanya’dan altın alıyoruz. Türkiye 10 ton altın üretiyor. Türkiye, Almanya’nın altın pazarı. Türkiye’de hani altın olayları oluyor ya, birileri çıkıyor: “Kazmayın, altın çıkarmayın...” Bütün bunların arkasında bu ticari ilişkiler yatıyor. Bu anlamda pazarı kaybetmemeye, yerli iş birlikçi, taşeron güçler bulmaya çalışıyorlar. Titreyip kendimize dönmek, kaynaklarımızın farkına varmak…

Okulları açarken “açtık, bir müdür, bir mühür…” Böyle ne okul ne üniversite olur değerli milletvekilleri. Anadolu’nun birçok yerine üniversiteler açtık. Dünyada ilk 500’ün içerisinde bir tek üniversitemiz yok. Kaliteyi görünüz. Bu, bizim akademisyenlerimizin beceriksizliğinden, yeteneksizliğinden değil. Bu akademisyenlerimiz kendilerinin gelişmesi, eğitimleri açısından yeterli şartlara sahip değiller. Demin değerli bir milletvekilimiz aldığı maaşları söyledi üniversite hocalarının, profesörlerin. Kıdemli profesörün dışında olanlar yoksulluk sınırının altında maaş almaktadırlar. Bu şartlar içerisinde akademik eğitimlerini nasıl yapabilirler?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

Buyurunuz.

AHMET DURAN BULUT (Devamla) – Dolayısıyla kendi üniversitelerimizin derlenmesi, toparlanması, dünyada marka üniversiteler hâline gelmesi adına bir gayretimizin, çabamızın olması gerekir.

Türkçe konuşursanız Türkçe düşünürsünüz, hangi dilde konuşursanız o dilde düşünürsünüz. İşte, eğitimde yazboz tahtası hâline gelen, her gelen bakana göre eğitim politikalarının ve okullardaki dillerin değiştiği, karman çorman edilmiş bu eğitim sisteminin içerisinde, binlerce öğrenci girdiği sınavlarda sıfır puan almaktadır. Başarısızlık dip yapmıştır.

O bakımdan, Meclis olarak bu konuya el atmak, eğitimi yeniden millî bir çizgiye çekerek geleceğimize yapacağımız en önemli yatırım konusunda üzerimize düşen görevi yerine getirmeliyiz diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyoruz Sayın Bulut.

Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına Tunceli Milletvekili Şerafettin Halis. (BDP sıralarından alkışlar)

Buyurunuz Sayın Halis.

BDP GRUBU ADINA ŞERAFETTİN HALİS (Tunceli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de görüşülmekte olan yasa üzerine Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tabii, bu yasa üzerinde görüşürken ta Almanyalara kadar gitmeye gerek yok diye düşünüyorum, Almanya’ya gitmeden önce biraz Türkiye'yi gezmek gerekir diye söze başlamak istiyorum.

Tunceli’de kadınların emeğiyle çıkan bir gazete var, Tunceli Emek gazetesi. Emek gazetesi, geçen haziran ayında bir yazısında Tunceli’deki eğitim sistemini ve eğitim uygulamalarını eleştiriyordu. Çok ilginç, bu eleştiriyi yapan gazeteye farklı MSN’lerden “Vurucu Kobra” adıyla hakaret eden, tehdit eden, küfreden, ırkçı, ayrımcı ifadeler kullanan mailler gönderiliyor.

Tabii, araştırılıyor, arkasından kim çıksa iyi savcılık işe el koyduktan sonra: Tunceli İl Millî Eğitim şube müdürlerinden Sayın Süleyman Çakmak çıkıyor. “Niye yaptın bunu?” diyorlar, “Ben, bize karşı yazılan yazının haksız olduğunu söylemek için yazdım.” “Başka bir ifade kullanamaz mıydınız?” Ses yok. “Başka bir yöntem kullanamaz mıydınız?” Ses yok.

Ne yazmıştı gazetede? “Dönemin valisinden de alınan güç ve destekle ırkçı ve ayrımcı uygulamalar yapılıyor ve neredeyse millî eğitim camiası arpalığa döndürülmüş.” deniyordu.

Tabii, şimdi, biz, burada, bir kobraya özenen, bir kobraya öykünen bir millî eğitim görevlisinin oradaki millî eğitim sistemi üzerinde ya da uygulamaları üzerinde ne kadar başarılı olacağına da bir bakalım.

Kobra tayfasına sistem teslim edildikten sonra Tunceli’de, eğitim seviyesi yüzde 90’ların üzerinde olan Tunceli’de çok ciddi bir eğitim düşüşü oluyor, kalitede düşüş oluyor. Örneğin, 2004 yılında ÖSS’de 29’uncu sıradayken 2009 yılında ÖSS ortalamasında 65’inci sıraya düşmüşüz; sayısalda 72’nci sıra, sözelde 58’inci sıra.

Böyle olduğu zaman, bizim Sayın Bakana burada söylememiz gereken şu olacaktır: Eğitimi bu kadar düşüren, üstelik zehirli bir canlıya öykünen birinin millî eğitim camiasında sorumlu olarak kalmasının bir gereği var mıdır? Bu görevli hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Tabii, biz, Türkiye sıralamasından bahsederken Türkiye sıralamasında sırasını kaybeden, çok daha aşağılara düşen diğer illerden de bahsetmek durumundayız.

Bakıyoruz Türkiye'nin batısına: Kırklareli, Tekirdağ, Aydın, Ankara ilk 10’a giren iller arasında, Ankara 14’üncü sırada, İstanbul 27’nci sırada. Türkiye'nin doğusuna gidiyoruz, doğusunda Kürtler yaşıyor; doğusunda, Kürtlerin yoğunluklu yaşadığı illerden Şırnak 81’inci sırada, Türkiye'nin sıralamada son ili, Hakkâri 80’inci sırada. Şimdi, bunlar bir tesadüf olabilir mi ya da bir kader olabilir mi? Yani, bunun bir tesadüf ya da bir kader olduğunu söylemenin bir akli yanı yok.

Bakıyoruz, nedenlerini araştırıyoruz. Bu ülkenin zekileri Türkiye’nin batısında mı yaşıyor? Bilimsel bir cevabı da bilimsel bir mantığı da yoktur bunun. O zaman nedenlerine bakıyoruz. Bu ülkede sistemin ve AKP’nin ayrımcı politikaları esas olmakla beraber, ana dilde eğitimde eğitim görememenin vermiş olduğu zarar işte bu.

Almanya’da 500 bin Türk için okul açma girişiminize elbette karşı olarak durduğumuzun bilinmemesini istiyoruz, karşı değiliz. 500 bin de olsa, 50 de olsa her insanın kendi diliyle eğitim görme hakkının verilmesi gerekiyor. Ancak, Almanya’da 500 bin insan için kendi dilinde eğitim görmesinin yolu açılırken, bu ülkede yaşayan, bilimsel verilerle de saptanmış 20 milyon insanın kendi ana diliyle eğitim görmemesinin de ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu da burada söylemek durumundayım.

Değerli milletvekilleri, tabii AKP’nin iktidar olduğundan bugüne Türkiye’de tuhaf şeyler dönüyor. Ben burada millî eğitim sisteminin temel politikasının bir değerlendirmesini yapmak durumunda değilim ama dönem dönem aklımıza şöyle bir soru da gelmiyor değil: Acaba millî eğitim sistemi, Türkiye millî eğitim sistemi İran eğitim sisteminden referans mı alıyor? Böyle sorular, böyle kuşkular doğrusu doğuyor.

Son zamanlarda, özellikle son açılan taşra üniversitelerinde, siyasi kadrolaşma sonucu üniversitelerde bilimsel, demokratik, laik kimlikten uzak, dindar, milliyetçi, bilim karşıtı kadroların yükseköğretimde egemen olmaya başladığını görüyoruz.

Bir örnek vermek istiyorum: Muş Alparslan Üniversitesi Eğitim Fakültesi. Bu fakülte tarafından beş altı yaş çocuklarında Allah’a yakınlık algısı üzerine bir araştırma yaptırılıyor. Araştırmayı yapanlar kim? Yardımcı Doçent Doktor Mehmet Kamil Coşkun, Yardımcı Doçent Doktor Serdar Seven imzalı bir form gönderiliyor. Söz konusu yazıda araştırmanın amacı “Çocukların Allah’a hangi şartlarda kendilerini yakın ve uzak hissettiklerini; bu yakınlık algısının hastalık, yalnızlık, mutluluk, başarı ve ailenin dindarlık durumuna göre ne derecede değişkenlik gösterdiğini ortaya koymak.” olarak ifade edilmiştir. Bu verilerin toplanmasında izlenecek adımlar olarak sırasıyla, önce velilerin dine bakış ve bağlılığını ölçen dindarlık ölçeği ve çocukların güven duygusunu ölçen bağlanma ölçeği uygulanacak, daha sonra çocuklara altı ayrı hikâye anlatılarak her hikâyeden sonra Allah’ın hikâye kahramanına ne kadar yakın olduğunu bir figür yardımıyla göstermelerinin isteneceği belirtiliyor.

Ayrıca velilerden, yazıya ek olarak gönderilen “dindarlık ölçeği” adını verdikleri soruları yanıtlamaları, daha sonra ana sınıfı öğretmenlerine göndermeleri isteniyor. Velilerin yanıtlaması beklenen sorular şunlar: “Yaptıklarınızdan dolayı kendinizi hesaba çeker misiniz? Günahlarınıza pişman olup tövbe eder misiniz? İmkânınız olsa senede bir zekât verir misiniz? Günlük hayatınızda dini önemli bulur musunuz? İnancınıza göre hareket etmediğinizde rahatsız olur musunuz? Dinî sohbet ve ortamlara katılır mısınız? Dinî faaliyetlere katkı ve desteğiniz olur mu?” gibi sorular peş peşe geliyor, daha var.

Şimdi, bu da yetmiyor; Muş Alparslan Üniversitesi gerici uygulamaları bununla da sınırlı kalmıyor. Eğitim Fakültesinde eğitim programları alanında ilan edilen araştırma görevlileri kadrosu için müracaat eden adaylara ön görüşmelerde Allah’a inanıp inanmadıkları, ateist olup olmadıkları soruluyor, cemaate bakış açıları soruluyor.

Tabii, böyle bir algı, böyle bir anlayış içinde eğitimi dizayn etmek isteyenlere şöyle sormak gerekiyor: Bir bilim kurumu olması gereken bir üniversitede ve üstelik geleceğin eğitimcilerini yetiştiren eğitim fakültesi tarafından böylesi bir araştırmanın gerçekleştirildiğinden haberiniz var mı? Bunu özellikle Sayın Bakana soruyorum. Demokratik ve laik eğitimin teminatı ve uygulayıcısı olması gereken İl Millî Eğitim Müdürlüğü böyle bir çalışmayı hangi yasal gerekçelerle yapıyor? Bilimsellik yerine dinsel referanslarla eğitim ne zamandan beri, hangi yasaya dayanılarak yapılıyor? Millî Eğitim Bakanlığının imam-hatip okulları müfredatını ana sınıflarına kadar indirmeyi amaçlayan bir hedefi var mı? Özellikle de öğretim elemanı kadro alımında, öğretim elemanı olabilmenin ölçütü, öncelikle alanına ilişkin literatüre hâkim, alanında bilimsel çalışmalar yapmış, bilimsel ve eleştirel düşünme becerisini kazanmış olmaktır. Ancak, söz konusu olaydaki öğretim elemanlarının bu ölçülerden uzak, bir cemaat ve tarikat görevlisi gibi davrandıkları görülmektedir. Bu konuyla ilgili bir araştırma ve soruşturma yapmayı da bir görev olarak Sayın Bakan önüne koymalıdır diye düşünüyorum.

Tabii, benzer uygulamalar sadece Muş Alparslan Üniversitesinde yok. Değişik üniversitelerde, örneğin Adana’da da yine Adana ilköğretim okullarında görev yapan 500 branş öğretmeni üzerinde, dindarlık sorgulaması formları dağıtılıyor. Yapan kim?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözlerinizi tamamlayınız.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Çukurova Üniversitesi öğretim üyesi Doçent Doktor Asım Yapıcı ve İl Millî Eğitim Müdürü, program geliştirme sorumlusu Sedat Altunkanat imzalı. Her iki yetkili de Adana Valiliğinden, İl Millî Eğitim Müdürlüğünden ve Üniversite Senatosundan onay aldıklarını söylüyor. Tabii, her şey bununla bitmiyor. Bunlar belki tekil örnek olarak kabul edilebilir, kabul görebilir ama eğer tekil örnekler bir ülkede sistematik bir şekilde günden güne çoğalıyorsa, bunlar artık tekil örnek olmaktan çıkmış, bir sistem sorunu hâline gelmiştir, toplumu rahatsız eden sorunlar hâline gelmiştir.

Yine, eğitim politikalarının geneli üzerinde bir değerlendirme yapmayacağımı söyledim ama bazı üniversitelerde toplumu rahatsız eden bazı uygulamaları da burada sizinle paylaşmayı bir görev biliyorum. Örneğin Gaziantep Üniversitesi Rektörlüğü tarafından bazı öğrenci ailelerine gönderilen mektuplarda, üniversitede bildiri dağıtmak, yürüyüş ve toplantı yapmak yasa dışı eylem olarak kabul görüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen sözünüzü bağlayınız, süremizin sonuna geliyoruz.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Teşekkür ediyorum.

Üniversite Rektörü Profesör Doktor Yavuz Coşkun imzasıyla gönderilen mektuplarda “Amacımız öğrencileri rehabilite etmektir.” diyor. Üniversite Rektör Yardımcısı Profesör Doktor Abdurrahman Kadayıfçı ise “Birinci görevimiz öğrencileri rehabilite etmektir. Güvenlik güçleriyle, terör uzmanlarıyla iş birliği içindeyiz. Her ay emniyetten terör uzmanlarıyla ortaklaşa toplantı yapıp karar veriyoruz.” diyor. Şimdi, üniversitelerde her türlü saldırının...

NURETTİN AKMAN (Çankırı) – Lütfen, iki defa uzattı!

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Neyin lütfeni, dinle! Dinle! Her uygulamayı sen yapamazsın. Müdahale etme, müdahale etme lütfen!

BAŞKAN – Sayın Halis, devam ediniz lütfen.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Şimdi, bugüne kadar sivil saldırıların hem üniversite özel güvenliği tarafından hem emniyet teşkilatı tarafından destek bularak yapıldıklarını biliyoruz. Şimdi, burada sormak gerekiyor. Üniversitede asayişi sağlamak, hele hele rehabilite etmek, bir rektörün polisi çağırarak, terör uzmanlarıyla iş birliği yaparak…

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, son cümlenizi alalım, süremiz bitti.

ŞERAFETTİN HALİS (Devamla) – Takdirlerinize sunuyorum ve saygılar sunuyorum ayrıca. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Halis.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin sonuna geldiğimiz için, alınan karar gereğince, kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işleri sırasıyla görüşmek için 1 Nisan 2010 Perşembe günü saat 13.00’te toplanmak üzere birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati : 20.04


Copyright © 2009 Kanunum.com bir Karakullukçu Danışmanlık Limited Şirketi servisidir.
Gösterilen marka, Karakullukçu Danışmanlık Limited Şirketi’nin tescilli markasıdır. Tüm hakları saklıdır.
Bu internet sitesinin kullanıcıları Kanunum.com Kullanıcı Sözleşmesi ve Gizlilik Politikası’nı okumuş ve kabul etmiş sayılırlar.